5 Mart 2014 Çarşamba
GÜMRÜK BİRLİĞİ - YENİDEN MÜZAKERE EDİLİRKEN BİLGİLENME DİLEĞİYLE...
Güncel haberlere göre Türkiye, AB ile olan Gümrük Birliğini yeniden gözden geçiriyormuş. Bu konuda uzun zamandır çalıştığımız için bir kaç söz söylemek hakkımız. AB ile müzakerelerde Türkiye -maalesef- çok yetersiz kalıyor. Bunun sebebi, özellikle AB hukuku konusunda bilgi birikimi yeterli olmayan kişiler tarafından müzakerelerin yürütülüyor olmasıdır. Bunun sonucu olarak AB'nin her dediği sorgulanmadan kabul ediliyor. Yani müzakereden ziyade AB tarafından verilen talimatlarla alt yapı bizim bürokratlarca hazırlanıyor ve daha sonra da bu kişilerce siyasetçilerimiz ikna edilerek süreç tamamlanıyor. Bu konularda sorumluluk elbette siyasetçilerin üzerindedir. Ancak siyasetçi bu işlerin mutfağında değildir. Yani işin ayrıntısını bilmez ve iş bittikten sonra sürece dahil olur. Kimse kimseyi kandırmaya çalışmasın. Bunun en son örneği AB ile yapılan Geri Kabul Anlaşması'dır. AB bürokrasisi bu konuları iyi bilir. Nitekim AB, seçim sürecindeki Türkiye'nin içinde bulunduğu sıkıntılı pozisyonu ve ilgili Bakanın sayılı günlerini çok iyi kullandı. Bağış, AB ve Dış İşleri Bakanlığının başarılı (!) bürokrasisi de Başbakanı ikna ederek -ona doğru bilgi verip vermediklerinden emin değilim-Türkiye için mali ve sosyal külfetinin hesap dahi edilemeyeceği büyük bir yükün altına girmemizi sağladılar.
Doğru tercümesini dahi beceremediğimiz 1/95 sayılı Ortaklık Konseyi Kararı ile Gümrük Birliği sürecini başlatmıştık, şimdi gözden geçireceğiz, hadi kolay gelsin diyelim....
RADİKAL'deki yazımıza aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz:
http://www.radikal.com.tr/radikal.aspx?atype=haberyazdir&articleid=886311
3 Ocak 2014 Cuma
ÖZEN YÜKÜMLÜLÜĞÜ VE TEDBİRLİ YÖNETİCİ ÖLÇÜTÜ
ÖZEN YÜKÜMLÜLÜĞÜ VE TEDBİRLİ YÖNETİCİ ÖLÇÜTÜ
Bilkent Üniversitesi Hukuk Fakültesi tarafından düzenlenen "Anonim ve Limited Ortaklık Yöneticilerinin Sorumluluğu" başlığı altında 02.10.2012 tarihinde yapılan sempozyum konuşmam (metin yayımlanmak üzere hazırlanmaktadır):
II. Oturum videosu: 11.dakikadan itibaren....
http://video.bilkent.edu.tr/series_listing.php?category=3&lang=tr&series_id=44
Bilkent Üniversitesi Hukuk Fakültesi tarafından düzenlenen "Anonim ve Limited Ortaklık Yöneticilerinin Sorumluluğu" başlığı altında 02.10.2012 tarihinde yapılan sempozyum konuşmam (metin yayımlanmak üzere hazırlanmaktadır):
II. Oturum videosu: 11.dakikadan itibaren....
http://video.bilkent.edu.tr/series_listing.php?category=3&lang=tr&series_id=44
16 Aralık 2013 Pazartesi
Geri Kabul Anlaşması Türkiye’yi AB’ye Tam Üyelikten Uzaklaştırır
Yrd. Doç. Dr. Hamdi PINAR, LL.M.
16 Aralık 2013 tarihi Türkiye’nin AB üyeliğinden uzaklaştırıldığının
başlangıcı olacaktır. Zira AB, tam üyelik karşılığında Türkiye ile yapabileceği
bir anlaşmayı ve üstelik ciddi malî külfetleri üzerine alarak gerçekleştireceği
bir süreci çok kolay bir şekilde elde etmiştir. Bunun için belli hazırlıklar
yapılmıştır elbette. Öncelikle Türkiye’nin haklarımıza sahip çıkmaması sağlanarak Avrupa
Birliği ile Türkiye arasındaki Ortaklık ilişkisinin 50 yıllık tarihi seyrini
değiştirecek nitelikte olan Demirkan davası sonuçlanması sağlanmıştır. Demirkan kararıyla ABAD, hukuk temeli bir karar vermekten uzaklaşmış, adete
kendine güveni bir çırpıda çöpe atabilmiş, 60’a yakın kararı yok saymıştır. Bu
karara sessiz kalan Türkiye, AB nezdindeki vatandaşlarının haklarını, yani işçilerin
ve hizmetin serbest dolaşımını gerçekleştirmeyi bir kenara bırakmıştır.
AB’nin
ekonomik krizden çıkmak için Türk turistlere kapıyı açmayı düşündüğü
bilinmektedir. Hatta bu yöndeki tavsiyeler sık sık gazetelerde yazılmaktadır. Ama haklarını ve buna nasıl sahip çıkmasını bilmeyen bir Türkiye’yi
karşısından bulan AB, 3,5 yıla yayan bir süreci de önüne koyarak AB’nin en
büyük sorunu olan mülteci sorunu karşılığı Türk turistler için vize muafiyeti
vermeyi taahhüt etmiştir. Üstelik bu süreç tamamlanır ve AB'nin de keyfi isterse bugünkü
yeşil pasaportlular gibi turist olarak Türk vatandaşları AB’ye gidebilmesinin dışında başka bir hak elde edilemeyecektir.
Türkler söz konusu olduğundan kendi
değerlerini umursamayan, hukuk devleti ilkesini ve insan haklarını
görmemezlikten gelen bir AB ve haklarına sahip çıkmayı bilemeyen bir Türkiye karşı karşıya geldiğinde kaybeden ülke hep Türkiye'dir. Örneğin, 19.02.2009 tarihli Soysal kararı ile Almanya'ya giderek hizmet verecek Türklerden 2 aya kadar çalışmak için vize
istemeyeceği ortaya çıktığı halde Almanya 4 yıldır ciddi tek bir adım bile
atılmamıştır.
AB’nin en önemli sorunlarının başında
yasadışı göç gelmektedir. Geri Kabul Anlaşması ile Türkiye üzerinden gelenler
Türkiye’ye iade edilecektir. AB’nin sınırlarından sorumlu organizasyonu olan
FRONTEX’in 2012 yılı verilerine göre, AB’ne Yunanistan üzerinden 37.220, İtalya
ve Malta üzerinden ise 15.150 mülteci ve sığınmacı girmektedir. Özellikle
Yunanistan’a giren mülteci ve sığınmacıların tamamına yakınının ise Türkiye’den
kaçak olarak girdiği herkesçe bilinmektedir. Bu durumda Balkan ülkelerine,
Yunanistan’a ve kısmen İtalya’ya Türkiye üzerinden gittiklerini kabul ettiğimiz
takdirde yıllık –en düşük rakamla– 40-50bin civarında mülteci ve göçmen AB’ye
yasa dışı olarak Türkiye üzerinden girdiği kabul edilebilir. Her yıl bu
rakamların üst üste konulduğu bir mülteci sorunu Türkiye açısından önümüzdeki süreçte
en büyük sorun olacaktır. Ekonomik maliyetinin yıllık 3-5 milyar Doları
bulacağı, toplumsal ve siyasal maliyetinin ise tahmin bile edilemeyeceği bir
sürece adım atıyoruz.
Türkiye'nin AB'ye tam üyelik süreci aslında Geri Kabul Anlaşması büyük bir sekteye uğrayacak ve hatta bir daha gerçekleşmemek üzere kapanacaktır. Zira AB, Türkiye’den ancak tam
üyelikte karşılığı böyle külfetli bir anlaşmayı hem karşılıksız hem de masrafsız bir
şekilde elde etmiştir. Bundan sonra AB’nin Türkiye’den isteyebileceği başka bir
şey şimdilik de yoktur.
21 Ekim 2013 Pazartesi
Almanya İçin Vizesiz Giriş Hakkımız
24 Eylül 2013'de AB'nin Adalet(SİZ) Divanı [=ABA(sız)D] Demirkan davasıyla hukuku katleden siyasi bir karar vermişti. Bu sayede pasif hizmetin serbest dolaşımı kapsamında 76milyon Türk için vizesiz giriş hakkı gasp edilmişti. Ancak bu yeni karar daha önceki başka bir kararı unutturmamalıdır. 19 Şubat 2009 tarihli Soysal kararında Schengen vizesinin,
Türkler için yeni bir sınırlama ve bu yüzden de Katma Protokol m. 41/1’e aykırılık
teşkil ettiğine karar verilmişti. Böylece aktif hizmetin serbest dolaşımı kapsamında Türklerin vizesiz giriş hakkı geri dönülemez bir şekilde karara bağlanmıştı. Bu karar kapsamına hizmeti sunanlar ve bunların çalışanları (Dientsleistungserbringer) girmektedir. Bu konu uzun yıllardan
beri ABAD’ın kararlarına konu olmuş ve bu kararlar dikkate alındığında aktif hizmetin serbest dolaşımı
kapsamında olan hizmetlerin başlıcaları şunlardır [1]:
Televizyon yayınlarının iletimi, radyo ve televizyon prodüksiyonları, hukuki müşavir olarak çalışma, sigortacılık, kıymetli evrak hizmeti, ticareti ve aracılığı, iş bulma aracılığı, tıbbî tedaviler, hukuki danışmanlık, inşaat işlerinin yerine getirilmesi, turizm rehberliği, şans oyunları, reklâm, özel güvenlik hizmetleri, temizlik hizmetleri, hastane tedavileri, muhasebe alanında malî danışmanlık ve profesyonel sporcular.
2009'daki Soysal kararında sonra, Alman Dışişleri (28.04.2009) ve İçişleri Bakanlıkları (06.05.2009) tarafından çıkarılan genelgelerde[2] ve Almanya’nın Türkiye Büyükelçiliği tarafından hazırlanan bilgi notunda[3] iki aya kadar süre ile ikametle sınırlı olmak şartıyla aşağıda sayılan kişilerden vize istenmeyeceği ifade edilmişti. Ancak bu konuda hâlâ ciddi bir çalışma yapılmamaktadır. Özellikle Türkiye'nin pasif tutumu Almanya'nın hukuk devleti ilkesine karşı duyarsızlığını gözden kaçırmaktadır.
Almanya'nın bile açıkça ifade ettiği vizesiz giriş hakkı olan kişiler ise şunlardır:
Televizyon yayınlarının iletimi, radyo ve televizyon prodüksiyonları, hukuki müşavir olarak çalışma, sigortacılık, kıymetli evrak hizmeti, ticareti ve aracılığı, iş bulma aracılığı, tıbbî tedaviler, hukuki danışmanlık, inşaat işlerinin yerine getirilmesi, turizm rehberliği, şans oyunları, reklâm, özel güvenlik hizmetleri, temizlik hizmetleri, hastane tedavileri, muhasebe alanında malî danışmanlık ve profesyonel sporcular.
2009'daki Soysal kararında sonra, Alman Dışişleri (28.04.2009) ve İçişleri Bakanlıkları (06.05.2009) tarafından çıkarılan genelgelerde[2] ve Almanya’nın Türkiye Büyükelçiliği tarafından hazırlanan bilgi notunda[3] iki aya kadar süre ile ikametle sınırlı olmak şartıyla aşağıda sayılan kişilerden vize istenmeyeceği ifade edilmişti. Ancak bu konuda hâlâ ciddi bir çalışma yapılmamaktadır. Özellikle Türkiye'nin pasif tutumu Almanya'nın hukuk devleti ilkesine karşı duyarsızlığını gözden kaçırmaktadır.
Almanya'nın bile açıkça ifade ettiği vizesiz giriş hakkı olan kişiler ise şunlardır:
·
Türkiye’de yerleşik bir işverene
bağlı olarak aktif hizmetin sunulması kapsamında çalışan kişiler şunlardır:
§
Taşımacılık (yük veya insan) sektöründeki
şoförler ile deniz ve hava taşıma araçlarının ekiplerinde görevliler,
ve
§
Türkiye’deki yerleşik bu işveren
tarafından sağlanmış olan makine veya tesisat (inşaat işleri gibi) için bu
işverenin servis hizmetini (montaj, bakım ve tamir) yerine getiren kişiler
·
Herhangi bir işverene bağlı
olmaksızın aktif hizmet sunulması kapsamındaki kişiler şunlardır:
§
bilim insanları
§
sanatçılar,
ve
§
sporcular.
[2] Federal İçişleri Bakanlığının 6.5.2009 tarih ve MI3 – 125 156/148 sayılı federe devletlerin içişlerine gönderilen Soysal kararının vize zorunluğuna ekisi hakkındaki değerlendirme yazısını pdf formatında ulaşmak için bkz. http://www.migrationsrecht.net/, son yararlanma 10.2.2010).
[3] Almanya Büyükelçiliği’nin
bilgilendirme notu ve buna ilişkin 21 numaralı ve 05.06.2009 tarihli Basın
açıklaması için bkz. http://www.ankara.diplo.de/Vertretung/ankara/de/03/Archiv/2009__21__pressemitteilung__download,property=Daten.pdf , son yararlanma 18.01.2010).
17 Eylül 2013 Salı
24 Eylül 2013 tarihini beklerken: Demirkan Davası: Vizesiz Avrupa veya Türken-Raus Kararı Olacak
C-221/11 sayılı Leyla Ecem Demirkan ile Federal Almanya arasındaki dava sürecinin yaz döneminde tamamlandığı ve 24 Eylül 2013 saat 9:30'da (TR 10:30) kararın duyurulacağı bildirilmektedir. Tarihi önemdeki bu karar ABAD için de tarihi bir sınav niteliğindedir. 75 milyon Türk vatandaşı için AB'ye üye ülkelere hizmetin serbest dolaşımı kapsamında (turist, öğrenci ve tedavi amaçlı gidişler gibi) vizelerin hukuksuz olduğunun ilanını bekliyoruz. ABAD üzerinde inanılmaz bir şekilde üye ülkelerin baskısı olduğu bilinmektedir. ABAD hakimleri bu baskılara ne ölçüde direnebilecek göreceğiz.
C-221/11 sayılı Leyla Ecem Demirkan ile Federal Almanya Arasındaki Davaya ilişkin Kanun Sözcüsünün Raporun hakkındaki görüşlerimizi ortak bir çalışma grubu ile birlikte ortak bir metin halinde ana hatları ile yazmış ve buradan duyurmuştuk:
Türkçe, İngilizce ve Almanca olarak hazırlanmış metin için bkz.:
http://harungumrukcu.com/FileUpload/bs389247/File/antalya-erklaerung-7_5_2013_tr-eng-d.pdf
8 Nisan 2013 Pazartesi
İNGİLTERE'YE VİZESİZ YERLEŞİM HAKKI (Yerleşim Serbestisi, Niederlassungsfreiheit, freedom of establishment):
Yerleşim Serbestisi (freedom of establishment, Niederlassungsfreiheit)
Haklı olmak yetmez, hakka sahip çıkmak da gerekir. Bir ayakkabıcı kadar olamayan Türk Dışişleri ve AB'nin Türkiye Bakanlığı sizlere duyurulur. Üç maymunu nereye kadar oynacaksınız?. http://www.sabah.com.tr/ Ekonomi/2013/04/06/ boyaci-ali-vizeyi-deldi
Bu konuya ilişkin daha önce yazdığımız Radikal Gazetesi (13 Ekim 2007'de çıkan yazımdan alıntılar)* çıkan yazımınızdan özeti aşağıda okuyabilirsiniz
AB ülkeleri ve Türk vatandaşlarının vize muafiyeti
Yerleşim serbestisi
Yerleşim serbestisi işletmeyle ilgili veya mesleki bir faaliyetin devamlı olarak üye devlet vatandaşı veya şirketi (firması) tarafından millî devlet dışında diğer bir üye devlette yerleşerek bu üye devletin vatandaşlarıyla aynı şartlar altında yapılması halinde gerçekleşir. ABAD bir kararında, yerleşim yeri serbestisinin her türlü serbest mesleğin icrasını, işletmelerin kurulmasını ve idaresini ve yavru şirketin, şubenin veya acentenin kuruluşunu kapsayacağını belirtmiştir.
Savaş Kararı
ABAD'ın 11 Mayıs 2000 tarihli 'Savaş' kararı, topluluk ve Türkiye arasında yerleşim serbestisi ve hizmetlerin serbest dolaşımı alanındaki düzenlemelere ilişkindir. 22 Aralık 1984 tarihinde bir aylık vize ile Savaş çifti İngiltere'ye ziyaretçi olarak gitmiş ve daha sonra izinsiz bir şekilde değişik alanlarda ticaretle uğraşmışlardır. Yetkili makamlar 1994 yılında Savaş çiftinin sınır dışı edilmesini kararlaştırmıştır. Çünkü İngiliz kanunlarına göre bir yabancı, ancak kesintisiz ve yasal olarak 10 yıl ikamet ediyorsa veya yasal olmasa bile kesintisiz 14 yıl İngiltere'de yaşamışsa süresiz oturma izni alabilir.
İlk kez bu davayla Topluluk ve Türkiye arasında imzalanan ve 1 Ocak 1973 tarihinde yürürlüğe giren Katma Protokol m. 41'in doğrudan etkisi ABAD tarafından kabul edilmiştir. Bu maddeye göre, taraflar, aralarında, yerleşim serbestisi ve hizmetin serbest dolaşımına ilişkin yeni kısıtlamalar getirmeyeceklerdir. Bunun sonucu olarak üye devletler, Katma Protokol'ün yürürlük tarihinden önce geçerli olan ve yerleşim serbestisi ve hizmetlerin serbest dolaşıma ilişkin ulusal hukuklarındaki şartlardan daha ağır ve kısıtlayıcı yeni şartları, Türk vatandaşlarına karşı uygulanamayacak, yani Türkler açısından lehe olan hükümler dikkate alınacaktır (Stillhalteklausel).
'Tüm ve Darı' kararı
20 Eylül 2007 tarihli bu kararla ATAD, yukarıda anlatılan 'Savaş' kararındaki hususlar dışında Türk vatandaşlarının lehine hayatî öneme sahip bir görüş benimsemiştir. Zira davaya konu olayda iki Türk vatandaşından biri Veli Tüm 2001 yılında Almanya'dan İngiltere'ye, Mehmet Darı ise 1998 yılında Fransa'dan İngiltere'ye geçmiş ve sığınma başvurusunda bulunmuşlardır. Uzun bir süreçten sonra başvuruları mahkemelerce de reddedilen Türk vatandaşları, bunun üzerine Katma Protokol m. 41'in kendilerine uygulanmasını talep etmişlerdir. Bunun üzerine temyiz aşamasının en son merciî olan House of Lords bu konunun açıklığa kavuşturulması için ATAD'a başvurmuştur.
ABAD kararına göre, Katma Protokol m. 41/1 hükmü gereği kabul edilen lehe olan hükümlerin uygulanması (Stillhalteklausel) ilk girişte de dikkate alınmak zorundadır. Bir diğer ifade ile Katma Protokol'ün yürürlüğe girdiği tarihte AB üyesi olan bir ülke Türk vatandaşları için vize alma şartı aramıyor ama daha sonra vize şartı getirmiş olsa bile, artık bu ağır ve kısıtlacıyı kurallar Türk vatandaşlarının yerleşim yeri serbestisi ve hizmetin serbest dolaşımında dikkate alınmayacaktır.
*Yazının tamamı için bkz. http://hamdipinar.blogspot.com/2011/02/vizesiz-avrupa-radikal-13-ekim-2007.html
Haklı olmak yetmez, hakka sahip çıkmak da gerekir. Bir ayakkabıcı kadar olamayan Türk Dışişleri ve AB'nin Türkiye Bakanlığı sizlere duyurulur. Üç maymunu nereye kadar oynacaksınız?. http://www.sabah.com.tr/
Bu konuya ilişkin daha önce yazdığımız Radikal Gazetesi (13 Ekim 2007'de çıkan yazımdan alıntılar)* çıkan yazımınızdan özeti aşağıda okuyabilirsiniz
AB ülkeleri ve Türk vatandaşlarının vize muafiyeti
Yerleşim serbestisi
Yerleşim serbestisi işletmeyle ilgili veya mesleki bir faaliyetin devamlı olarak üye devlet vatandaşı veya şirketi (firması) tarafından millî devlet dışında diğer bir üye devlette yerleşerek bu üye devletin vatandaşlarıyla aynı şartlar altında yapılması halinde gerçekleşir. ABAD bir kararında, yerleşim yeri serbestisinin her türlü serbest mesleğin icrasını, işletmelerin kurulmasını ve idaresini ve yavru şirketin, şubenin veya acentenin kuruluşunu kapsayacağını belirtmiştir.
Savaş Kararı
ABAD'ın 11 Mayıs 2000 tarihli 'Savaş' kararı, topluluk ve Türkiye arasında yerleşim serbestisi ve hizmetlerin serbest dolaşımı alanındaki düzenlemelere ilişkindir. 22 Aralık 1984 tarihinde bir aylık vize ile Savaş çifti İngiltere'ye ziyaretçi olarak gitmiş ve daha sonra izinsiz bir şekilde değişik alanlarda ticaretle uğraşmışlardır. Yetkili makamlar 1994 yılında Savaş çiftinin sınır dışı edilmesini kararlaştırmıştır. Çünkü İngiliz kanunlarına göre bir yabancı, ancak kesintisiz ve yasal olarak 10 yıl ikamet ediyorsa veya yasal olmasa bile kesintisiz 14 yıl İngiltere'de yaşamışsa süresiz oturma izni alabilir.
İlk kez bu davayla Topluluk ve Türkiye arasında imzalanan ve 1 Ocak 1973 tarihinde yürürlüğe giren Katma Protokol m. 41'in doğrudan etkisi ABAD tarafından kabul edilmiştir. Bu maddeye göre, taraflar, aralarında, yerleşim serbestisi ve hizmetin serbest dolaşımına ilişkin yeni kısıtlamalar getirmeyeceklerdir. Bunun sonucu olarak üye devletler, Katma Protokol'ün yürürlük tarihinden önce geçerli olan ve yerleşim serbestisi ve hizmetlerin serbest dolaşıma ilişkin ulusal hukuklarındaki şartlardan daha ağır ve kısıtlayıcı yeni şartları, Türk vatandaşlarına karşı uygulanamayacak, yani Türkler açısından lehe olan hükümler dikkate alınacaktır (Stillhalteklausel).
'Tüm ve Darı' kararı
20 Eylül 2007 tarihli bu kararla ATAD, yukarıda anlatılan 'Savaş' kararındaki hususlar dışında Türk vatandaşlarının lehine hayatî öneme sahip bir görüş benimsemiştir. Zira davaya konu olayda iki Türk vatandaşından biri Veli Tüm 2001 yılında Almanya'dan İngiltere'ye, Mehmet Darı ise 1998 yılında Fransa'dan İngiltere'ye geçmiş ve sığınma başvurusunda bulunmuşlardır. Uzun bir süreçten sonra başvuruları mahkemelerce de reddedilen Türk vatandaşları, bunun üzerine Katma Protokol m. 41'in kendilerine uygulanmasını talep etmişlerdir. Bunun üzerine temyiz aşamasının en son merciî olan House of Lords bu konunun açıklığa kavuşturulması için ATAD'a başvurmuştur.
ABAD kararına göre, Katma Protokol m. 41/1 hükmü gereği kabul edilen lehe olan hükümlerin uygulanması (Stillhalteklausel) ilk girişte de dikkate alınmak zorundadır. Bir diğer ifade ile Katma Protokol'ün yürürlüğe girdiği tarihte AB üyesi olan bir ülke Türk vatandaşları için vize alma şartı aramıyor ama daha sonra vize şartı getirmiş olsa bile, artık bu ağır ve kısıtlacıyı kurallar Türk vatandaşlarının yerleşim yeri serbestisi ve hizmetin serbest dolaşımında dikkate alınmayacaktır.
*Yazının tamamı için bkz. http://hamdipinar.blogspot.com/2011/02/vizesiz-avrupa-radikal-13-ekim-2007.html
4 Nisan 2013 Perşembe
Şirketler Hukuku Ders Notları-Güncellenmiş-Nisan 2013
Sevgili Arkadaşlar,
"Şirketler Hukuku Ders Notları"mızın Başlangıç, Adi Şirket, Genel Hükümler, Birleşme, Bölünme ve Tür Değiştirme ile Anonim Şirketlerin Genel Kurulunun sonuna kadar olan kısımlar güncellenmiştir. Ders notlarına önceki link sorunlu olduğu için yeni link üzerinden ulaşabilirsiniz. Ayrıca güncelleme ve düzeltmelerde katkılarınızı bekler, tüm öğrenci arkadaşlarıma başarılar dilerim.
Hamdi PINAR
http://speedy.sh/TYfAR/Hamdi-PINAR-1-Sirketler-Hukuku-Baslang-c-Adi-Sirket-Genel-Hukumler-Birlesme-Bolunme-ve-Tur-Degistirme-2013.pdf
http://speedy.sh/RbkWU/Hamdi-PINAR-3-Sirketler-Hukuku-Kollektif-ve-Kommandit-Sirketler-2013.pdf
http://speedy.sh/7m8yt/Hamdi-PINAR-4-Anonim-Sirketler-Giris-Yap-ve-Genel-Kurul-2013.pdf
"Şirketler Hukuku Ders Notları"mızın Başlangıç, Adi Şirket, Genel Hükümler, Birleşme, Bölünme ve Tür Değiştirme ile Anonim Şirketlerin Genel Kurulunun sonuna kadar olan kısımlar güncellenmiştir. Ders notlarına önceki link sorunlu olduğu için yeni link üzerinden ulaşabilirsiniz. Ayrıca güncelleme ve düzeltmelerde katkılarınızı bekler, tüm öğrenci arkadaşlarıma başarılar dilerim.
Hamdi PINAR
http://speedy.sh/TYfAR/Hamdi-PINAR-1-Sirketler-Hukuku-Baslang-c-Adi-Sirket-Genel-Hukumler-Birlesme-Bolunme-ve-Tur-Degistirme-2013.pdf
http://speedy.sh/RbkWU/Hamdi-PINAR-3-Sirketler-Hukuku-Kollektif-ve-Kommandit-Sirketler-2013.pdf
http://speedy.sh/7m8yt/Hamdi-PINAR-4-Anonim-Sirketler-Giris-Yap-ve-Genel-Kurul-2013.pdf
İLAÇ SEKTÖRÜNDE HÂKİM DURUMUN KÖTÜYE KULLANILMASI
n
AstraZeneca/Komisyon kararı
n
AB Komisyonu (2005)
q
AZ, ülser için olan ilacın “Losec”
satıcısı.
q
2005’de AB Komisyonu, iki sefer
hakim durumun kötüye kullanılması sebebiyle para cezası vermişti:
n
İlkinde AZ, bazı üye ülkelerde söz
konusu ilaçtaki patent süresinin “tamamlayıcı sertifika” yolu ile uzatılmasına
ilişkin aldatıcı bilgi verildiğini ve böylece jenerik ilaç üreticilerinin
pazardan uzak tutulduğunu,
n
İkincide ise, bazı ülkelerde
kapsül şeklindeki Losec ilacının ruhsatından vazgeçerek bu ülkelerde hem
jenerik ilaçların üretimini engellemek veya geciktirmek, hem de bu ülkelere
yapılabilecek paralel ithalatın önüne geçmek amaçlanmıştır.
n
ABAD (6.12.2012):
q
AZ, ilaç pazarındaki tekelini
mümkün olan en uzun şekilde tutmak için patent memurlarını ve mahkemeleri
kasıtlı olarak aldatmak istediğinden hâkim durumunu kötüye kullanmıştır,
q
Objektif meşru bir sebep
olmaksızın ve paralel ithalatı engellemek için AB hukukunca tanınan münhasır
hakkın sona ermesinden sonra ruhsat hakkından vazgeçmenin hâkim durumu kötüye
kullanma olduğuna karar vermiştir.
Not: Yukarıdaki notlar Ankara Üni. Hukuk Fakültesinde yapılan toplantıda "Rekabet Uygulamasında Fikri Mülkiyet Hakları" konulu sunumumdan bir alt konu. ABAD'ın yeni kararı, uygulamada yol göstermesi açısından çok önemli bir karardır.
27 Şubat 2013 Çarşamba
Birleşme ve Devralmalarda Önceki Rekabet İhlâllerinden Dolayı Sorumluk
AÇIKLAMA: Bu yazı 21.07.2011 tarihinde Rekabet Yazıları altında çıkmıştı (http://www.rekabet.gov.tr/default.aspx?nsw=giBApFiKv9L0T/PIDC/Ygw==-H7deC+LxBI8=&nm=103). Ancak Kurumun web sayfasının değiştirilmesinden sonra yazının tam metni maalesef görünmemektedir. Bundan dolayı ve aktüel bir konu olduğu için metnin tamamını orinijal haliyle blog sayfamızdan sizlere tekrar sunuyoruz.
Teşebbüslerin birleşme veya devralınmasında rekabet hukuku
açısından haklı olarak akla ilk gelen husus, bunun için Rekabet Kurulundan
iznin gerekli olup olmadığıdır. Ancak ticari hayattaki bu tür gelişmeler, yine rekabet
hukuku açısından başka bir riski daha beraberinde getirebilmektedir. Devralan için
oldukça pahalı sonuçlar doğurabilecek olan bu risk ise, önceki rekabet
ihlâllerinin sonucu olarak daha sonra verilebilecek olan para cezasıdır. Dolayısıyla
rekabet hukukunda tüzel kişilerin idari para cezaları açısından cezai
sorumluluğunun, daha doğru bir ifade ile tüzel kişilerin birleşmesi veya devri
halinde ortaya çıkacak olan yeni durumda sorumluluğu kimin taşıyacağının tespit
edilmesi büyük önem taşıyacaktır. Zira rekabet ihlâli ve devamındaki süreçte ticari
hayatta gerçekleşebilecek durumlardan biri de şirketlerin birleşme veya
devralmaya konu teşkil etmesidir.
Rekabet hukukunda “birleşme ve devralma” kavramı yerine
“yoğunlaşma” kavramının kullanılması aslında daha isabetlidir. Böylece hem rekabet
hem ticaret hukukundaki kavramsal kargaşalık sona ermiş olacak ve kavramların içerik
farklığı da kolayca anlaşılabilecektir. Rekabet hukuku açısından yoğunlaşmada ölçü,
kontrolün ele geçirilmesidir. Kontrolü ele geçirme de değişik yollarla doğrudan
veya dolaylı bir şekilde olabilir. Dolayısıyla rekabet hukukundaki yoğunlaşma
kavramı daha geniş kapsamlı olup ticaret hukukundaki birleşme ve devralmayı da
içermektedir.
Ticaret hukuku açısından birleşme (Fusion), bir sözleşme
çerçevesinde iki veya daha fazla şirketin, aktif ve pasifiyle birlikte tüm
malvarlıklarını tasfiyesiz infisah yolu ile ya içlerinden birinin bünyesinde ya
da yeni kurulan bir şirkete devrederek birleşmeleri olarak tanımlanmaktadır.
Birleşme iki şekilde gerçekleşmektedir. Bir şirket diğerini devralırsa buna “devralma
şeklinde birleşme”; şirketlerin yeni bir şirket içinde bir araya gelmeleri
halinde ise “yeni kuruluş şeklinde birleşme” denilmektedir. Bu kapsamda,
katılan şirket “devrolunan” şirket, bünyesine dâhil olunan şirkete ise
“devralan” şirket olarak adlandırılmaktadır.
Mevcut Türk Ticaret Kanunumuza nazaran 1 Temmuz 2012 yılında
yürürlüğe girecek olan yeni TTK’da şirketlerin birleşmeleri, bölünmeleri ve tür
değiştirmeleri ayrıntılı bir şekilde ve AB yönergelerine uygun olarak
düzenlenmiştir. Getirilen yeni hükümlerle söz konusu yapısal değişikliklerin güvenli, şeffaf ve basit bir işlemler zinciri
içinde gerçekleşmeleri sağlanmış, alacaklılar ve diğer hak ve menfaat
sahipleri de korunmuş, işçilerin devralan şirkete geçişleri, hakları ve
sorumlulukları da ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. Yeni hükümlerin mehazı ise İsviçre'nin 30.10.2003 tarihli
"Birleşme, Bölünme, Tür Değiştirme ve Malvarlığı Devrine İlişkin Federal
Kanun"udur[1].
Mevcut ve yeni düzenlemelere göre Türk hukukunda birleşmeler
ve devralmalarda külli halefiyet ilkesi uygulanır. Birleşmenin sonucu olarak devrolunan
şirket infisah etmekte, yani hukuki açıdan artık hakların ve borçların süjesi
olmamaktadır. Bu süreçte devrolunan şirketin malvarlığı külli halefiyet yolu
ile devralan şirkete intikal ettiğinden devralma ve birleşme işlemleri
tasfiyesiz gerçekleşmektedir.
Külli halefiyet ilkesi sonucu işletmenin malvarlığına dâhil
olan unsurların her birine özgü ayrı devir işlemlerine gerek kalmaksızın
ekonomik ve hukuki bütünlük içinde devralan şirkete geçmesidir. Kısaca küllî
halefiyet ilkesi malvarlığına ilişkin bir unsur açısından özel devir
şekillerine uyma zorunluluğunu kaldırmaktadır, örneğin taşınmazların devrindeki
resmi şekil gibi. Ancak bunlar üzerinde tasarrufta bulunabilmek için tescil
gereken haller için tescil şartı devam etmektedir.
Külli halefiyet sonucu, sadece birleşmenin gerçekleştiği
anda mevcut ve bilinen değil, devralınan şirketin henüz bilinmeyen aktif ve
pasifleri de devralan şirkete geçmektedir[2].
Özel hukuk kapsamında ortaya çıkan borçlar açısından tartışmasız olan bu durum,
idari para cezaları açısından da büyük önem taşımaktadır. Zira tüzel kişilerin
devri halinde, özellikle daha önce verilmiş idari para cezalar yanında henüz devam
eden sürecin sonunda yeni idari para cezalar ortaya çıkabilir. Ancak böyle bir
durumda bir tarafta cezaların şahsiliği ilkesi, diğer tarafta ise külli
halefiyet ilkesi tartışma konusu olacaktır. Bir diğer ifade ile şu soru gündeme
gelmektedir: Devrolunan şirketin daha önceden kanunları ihlâl etmesi sonucunda
devir işleminden sonra idari para cezası verilmesi halinde devralan şirket
bundan da sorumlu tutulabilecek midir?
Cezai sorumluluk, özellikle de idari para cezalar açısından devralan
şirketin sorumlu olup olmayacağına ilişkin olarak Yargıtay bir kararında, birleşen ve
yeniden oluşan şirket bünyesinde, cezai sorumluluğun devamının esas olduğunu[3]; yine
bir başka kararında da birleşen
ve yeniden oluşan şirket bünyesinde cezai sorumluluğun devam ettiğinin gözetilmesi
gerektiğini vurgulamıştır[4].
Birleşmeye ilişkin hukuki süreç tamamlanınca devrolunan
şirket, ticaret sicilinden terkin edilmekte ve böylece tüzel kişiliği tamamıyla
ortadan kaldırılmaktadır. Bu terkin süreci henüz tamamlamadan, yani devrolunan
tüzel kişilik devam ederken ortaya yeni bir idari para cezası çıkarsa bu ceza
kimden tahsil edilebilecektir? Bir kararında Yargıtay, külli halefiyet gereği
ticari işletmeyi devralan şirketin daha önceki şirket borçlarından sorumlu olduğundan
kayden iki ayrı tüzel kişiliğin olmasının fiili birleşme karşısında bir şey
ifade etmeyip, ticari işletmelerde devamlılığın esas olduğunu belirtmiştir[5].
Böylece devralan şirket, birleşme veya devralma sürecinin önemli kısmı
tamamlanmış ama henüz terkin edilmediği için şeklen tüzel kişiliği hâlâ devam eden
devrolunan şirket yerine, bu borçlardan sorumlu olacaktır. Zira devrolunan
şirketin artık bir malvarlığı bulunmadığından şeklen tüzel kişiliği olan şirkete
karşı yürütülecek bir takipten sonuç almak da mümkün olmayacaktır.
Nitekim Türk rekabet hukukunda da Rekabet Kurulu, bir külli
halefiyet[6]
söz konusu olduğunda külli halef olan şirketin önceki ihlâlden dolayı verilen
para cezasından sorumlu olduğu görüşünü benimsemiştir[7].
AB rekabet hukukunda önceki rekabet ihlâllerinden dolayı
sorumluluk konusunda, değişik ihtimallere göre, önemli içtihatlar
bulunmaktadır. ABAD’ın yerleşik içtihatlarına göre, kural olarak bir şirket bir
teşebbüsünü işletirken rekabeti ihlâl ederse ve ihlâle ilişkin karar anına
kadar başka bir şirket tarafından bu teşebbüsün işletmesi üstlenilmiş olsa bile
bu işletmesini devreden ilk şirketin bu ihlâlden dolayı sorumluluğu devam
edecektir[8].
Bir diğer ifade ile rekabeti ihlâl eden tüzel kişilik, ihlâlle ilgili olan işletmesini
daha sonra devrederek geçmişte ortaya çıkan ihlâlin doğuracağı sorumluluktan
kurtulamayacaktır. O halde işletmesini devreden şirket varlığını devam
ettirdiği müddetçe, daha önceki ihlâlinden dolayı rekabet hukuku açısından
sorumluluğu da devam edecektir. Bu şirketin söz konusu işletmesini devralan
şirket, bu ihlâlden haberdar olsa bile kural olarak rekabet ihlâlinden sorumlu
olmayacaktır. Ancak burada özellikle ABAD kararları[9]
ile ortaya çıkan bazı istisnaları da dikkate almak gereklidir. Bunların başında
ticaret hukuku anlamında birleşme veya devralma halinde devralan şirket, önceki
rekabet ihlâlinden dolayı ortaya çıkacak olan para cezasının tamamından gerçekten
önceki şirketin devamı olduğu için sorumlu olacaktır. Bunun sonucu olarak özellikle
devralan şirket, rekabeti ihlâl eden ve devrolunan şirkete nazaran daha büyük
bir ciroya sahip olacağından, önceki rekabet ihlâlinden dolayı çok daha büyük
bir ciro üzerinden para cezası verilmesi tehlikesi ile de karşı karşıya
kalınması da mümkün olabilecektir. Zira para cezaları, önceki şirketin rekabetin
ihlâl edildiği yıldaki cirosuna göre değil, para cezasına ilişkin nihaî karardan
bir önceki mali yılda elde edilen devralan şirket cirosu dikkate alınarak
tespit edilecektir[10].
Rekabet kurallarının etkin bir şekilde uygulanması için sadece
ticaret hukuku anlamında birleşme ve devralmaları değil, şirketin diğer yapısal
değişiklikleri de, örneğin bölünme, tür değiştirme veya sadece bir işletmenin
devredilmesi gibi, dikkate alınmalıdır. Aynı şekilde rekabet hukuku anlamında teşebbüs
üzerindeki kontrolün ele geçirilmesi de verilecek para cezasının muhatabının
belirlenmesi açısından önemlidir. Bu gibi durumlarda “iktisadî devamlılığın” (economic
continuity)[11] bulunduğunun
tespit edilmesi halinde yeni şirketin önceki rekabet ihlâllinden dolayı sorumlu
olacağı kabul edilmektedir. Bunun için bulunması gerekli şartları ABAD kararlarında
şu şekilde ifade etmiştir[12]:
·
Eğer teşebbüsün işletmesinden
sorumlu olan tüzel kişilik rekabet ihlâl eden davranıştan sonra hukuken ortadan
kalkmışsa
veya
·
Eğer bir teşebbüs bünyesindeki
yapılandırma (örn. konzern içi devirlerde) sonucu olarak ilk işletmecisi olan
şirket şart olmadığından hukuken varlığına son vermemişse, fakat ilgili pazarda
artık iktisadi bir faaliyet de yürütmüyorsa ve bu teşebbüsün önceki ile yeni
işletmecisi arasında yapısal bir bağ (örn. ana-yavru şirket ilişkisi) bulunuyorsa
iktisadi
devamlılığın varlığı kabul edilmektedir.
Netice itibariyle ticaret hukuku açısından birleşme ve
devralma şeklinde olan yapısal değişikliklerde önceki rekabet ihlâlinden dolayı
devralan şirket sonra ortaya çıkabilecek olan para cezasından sorumludur. Buna
karşılık rekabeti ihlâl eden davranışta bulunan tüzel kişi bu
teşebbüsünü/işletmesini başka bir tüzel kişiye devretmesi ve kendi ticari
faaliyetine devam etmesi halinde ise, kural olarak önceki rekabet ihlâlinden
dolayı aynı şirketin sorumluluğu devam edecektir. Ancak ABAD kararlarında ifade
edildiği gibi, şirketler arasında teşebbüsün el değiştirmesi “iktisadi
devamlılık/ayniyet” sonucunu doğuruyorsa yeni şirket, yani bu işletmeyi
devralan şirket, bunu devreden şirketin önceki ihlâlinden de sorumlu olacaktır.
Bundan dolayı birleşme ve devralma gibi yapısal değişikliklerde, özelikle due
diligence aşamasında itinalı bir şekilde inceleme yapılmalıdır. Hatta devralan
şirket tarafından rizikoları daha iyi bir şekilde ortaya çıkarmak için devrolunan
teşebbüs/şirketi rekabet hukuku açısından da incelettirmek daha doğru olacaktır.
Bu sayede bir rekabet ihlâli tespit edilirse Rekabet Kurumuna bildirimde
bulunmak suretiyle pişmanlık indiriminden yararlanma imkânı doğacaktır.
(Yeni karar: ABAD’ın 3.3.2011 tarihli kararı, Rekabet
Bülteni, Mart 2011, s. 11)
[1] 6102 sayılı TTK Gerekçesi, Resmi Gazete S.
Sayısı: 96, s. 40.
[2] Böckli, Aktienrecht, 4.B., Zürich
2009, §3, No: 143.
[3] Yargıtay 7. CD, E. 2002/11516 K. 2002/10931 T.
10.7.2002, (Kazancı veri tabanı).
[4] Yargıtay 7. CD, E. 2003/12740 K. 2004/2989 T. 4.3.2004, (Kazancı veri tabanı).
[5] Yargıtay 13. HD, E. 2008/56 K. 2008/6260 T. 7.5.2008, (Kazancı veri tabanı).
[6] Rekabet Kurulu bazı kararlarında külli
halefiyet kavramını doğru bir şekilde kullanmamıştır. Bkz. RK, 06-11/143-33 sa.
K, 9.2.2006 t. Kastamonu kararı, No: 1151 vd.; RK, 08-27/314-102
sa. K, 2.4.2008 t. OYAK-BOLU kararı (www.rekabet.gov.tr).
[7] Bkz. RK, 10-10/90-40 sa. K, 28.1.2010 t. Doğuş
Otomotiv kararı, No: 1027 vd.; RK, 05-79/1082-309 sa. K, 24.11.2005 t. Benkar-HSBC
kararı (www.rekabet.gov.tr).
[8] AB İlk Derece Mahkemesinin T-161/05 sa.,
30.9.2009 t. Hoeckst kararı, No: 50, (Bu karar için bkz.
http://curia.europa.eu).
[9] Önr. ABAD’ın C-204/00 P - C-219/00 sa.,
7.1.2004 t. Aalborg Portland kararı, No: 359; AB İlk Derece Mahkemesinin
T-43/02 sa., 27.9.2006 t. Jungbunzlauer kararı, No: 132; ABAD’ın
C-280/06 sa., 11.12.2007 t. ETI kararı, No: 41; AB İlk Derece
Mahkemesinin T-161/05 sa., 30.9.2009 t. Hoechst kararı, No: 52; AB İlk Derece Mahkemesinin T-117/07 ve
T-121/07 sa., 3.3.2011 t. Areva/Alstom kararı, No: 67 vd. (Bu kararlar
için bkz. http://curia.europa.eu).
[10] Steinle, Bei Fusionen droht
kartellrechtliche Anstechungsgefahr, in: Börsen-Zeitung, 12.01.2005.
[11] Alman hukukunda da önceki rekabet
ihlâllerden sorumluluğun tespitinde, külli halefiyet dışında başka bir şekilde
teşebbüslerin devralınması halinde temel esas, AB hukukundaki gibi iktisadi
devamlılık/ayniyet sorusuna verilecek cevaptır. Bkz. Klausmann
(Wiedemann): Kartellrecht, 2.B., München 2008, §55, No: 45; Cramer/Pananis
(Loewenheim/Meessen/Riesenkampff): Kartellrecht, 2.B., München (2009), GWB,
§81, No: 36; Rogall, (Kalsruher Kommentar zum OWiG), 3.B., München 2006,
No: 43 vd.
[12] Bkz. dn.9’da sayılan kararlar. Bu kısa makalenin
kapsamını genişletmemek için özellikle ana-yavru şirket arasındaki iktisadi
bütünlük (ekonomik bütünlük, economic unit) kavramına ilişkin tartışmalar ve
bunun sonuçları dışarıda bırakılmıştır.
22 Şubat 2013 Cuma
Şansolye Merkel'e Çağrı
SEHR GEEHRTE
BUNDESKANZLERİN MERKEL,
herzlich Willkommen in der Türkei. Bitte, erlauben
Sie mir, Sie darum zu bitten, dass Urteile von verschiedenen Gerichten in Deutschland doch umzusetzen sind. Als
Beispiel dafür ist das Urteil des Bayerischen Verwaltungsgerichts München aus
dem Datum 10.Februar 2009. Der Leitsatz des Urteils lautet folgende:
Bayerisches Verwaltungsgericht München
Im Namen des Volkes
Urteil:
I. Es wird festgestellt, dass die Klägerin für einen Aufenthaltszeitraum von bis zu drei Monaten zum Dienstleistungsempfang, insbesondere zu touristischen Zwecken, ohne Aufenthaltserlaubnis, insbesondere visumsfrei, in die Bundesrepublik Deutschland einreisen und sich aufhalten darf.
SAYGI DEĞER ŞANSOYLE MERKEL,
25 Şubat 2013'de Türkiye'yi ziyaret edeceksiniz. Şimdiden size hoşgeldiniz diyorum. Sizden sadece Almanya'daki mahkeme kararlarını uygulamanızı istiyoruz. Buna ilişkin bir örnek karar aşağıda verilmiştir.
...................................................................................................................................................
Bavyera Münih İdare Mahkemesinin 09 Şubat 2011 tarihli gerekçeli kararının hüküm cümlesinde Türklerin vizesiz giriş hakkı olduğu açık bir şekilde kabul edilmektedir. Burada çok açık bir şekilde şu ifade yer almıştır:
"Davacının [bu kişi Türk Vatandaşı], hizmet alımı amacıyla -özellikle turistik amaçla- özellikle vizesiz olarak Alman Federal Cumhuriyeti'ne 3 aya kadar ikamet etmek için girme ve orada kalma hakkının bulunduğu tespit edilmiştir."
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)