23 Eylül 2019 Pazartesi

TEMEL HAK VE ÖZGÜRLÜKLERDEN YARARLANMA EHLİYETİ AÇISINDAN “NE DEVE NE KUŞ” OLARAK KENDİNİ ADLANDIRAN DİJİTAL EKONOMİNİN YENİ İŞ MODELLERİ – Wikipedia Sebebiyle Bir Değerlendirme –

Ass. Prof. Dr. Hamdi PINAR, LL.M.
Bilkent University
Fakulty of Law

1. Dijital Ekonominin Yeni İş Modelleri
Bir gün deve kuşuna, meğer devesin şu yükleri taşı denilir. Ama ben bir kuşum diye cevap veren deve kuşuna o zaman uç bakalım denildiğinde ise bu sefer de deve kuşu, ben bir deveyim diye itiraz eder.

Günümüzde adını sosyal medya, iletişim platformu, şikayet mercii, sözlük, ansiklopedi olarak adlandıran siteler, hukuki sorumlulukları hatırlatıldığında deve kuşunun itirazları gibi itirazlar ileri sürmektedirler. Bir diğer ifade ile bahse konu siteler, kendilerini ne deve ne de kuş olarak görür. Bu siteleri doğru bir şekilde yeniden adlandıramadığımız takdirde bahse konu muhataplardan alınan cevap olayın niteliğine göre ya deve ya da kuş olacaktır. Oysa günümüzdeki dijitalleşme, piyasada yeni iş modellerini de ortaya çıkardı. Bu modellerin bazıları, bizlere sundukları dijital yollarla veri (data) toplama işini bedavaya getirmekte ve sonrasında bunları big dataya dönüşterek doğrudan pazarlama veya reklam yoluyla milyarlarca dolar para kazanmaktadır. Örneğin Facebook’un cirosu 2004’te sadece 400.000 Dolar iken 2018 yılında cirosu ise 55 milyar Doları aşmış olup, bunun da %99’u reklam geliridir. Facebook, dünyanın en kârlı şirketidir.

O halde hukuki çerçevenin doğru tayini için yeni ve doğru bir adlandırma yapılmalıdır. Günümüzde “dijital ekonomi” yaygın bir kavram olarak kullanılmaktadır. Dolayısıyla tarafımızca ilk kez kullanılan “Dijital Ekonominin Yeni İş Modeli” veya “Dijital Ekonominin Yeni İş Modelleri” tabiri de doğru bir başlangıç olacaktır. “Dijital deli dumrul” veya “dijital değnekçi” olarak da adlandırılabilecek olan dijital ekonominin yeni iş modellerinin bazılarının, örneğin şikayet sitelerinin faaliyetinin bizatihi kendisinin haksız rekabet olduğu kanaatindeyiz [tebliğin özeti için bkz. (http://www.law.ankara.edu.tr/2019/02/07/hukukun-guncel-sorunlari-sempozyumu-ii-bildiri-ozetleri-kitabi) Bu konuda ayrıntılı bir makalemiz tamamlanmak üzeredir]. Benzer şekilde bir ticari şirket tarafından işletilen ve faaliyetinin hukuki sınırları zorladığı açık olan adı sözlük olsa da ciddi yalan ve iftiralarla dolu bir sitenin, hukuken ticari bir faaliyetini bu şekilde yürütüp yürütemeyeceğinin tartışılmasının vakti gelmiştir.

Bunların yanında uluslararası büyük oyuncuların durumu ne olacaktır? Zira bahse konu uluslararası oyuncular (Facebook, Twitter, Instagram, Linkedin, Google, Booking, Uber gibi) internet sayesinde çok rahatlıkla tüm dünyada, sınırsız ve kontrolsüz bir şekilde ticari faaliyetlerini yürütmektedirler. Bu siteler hakkında, sınırsız bir özgürlük alanından yararlandıkları, vergisiz kazançlar elde ettikleri, kontrolsüz bir güç ve denetimsiz faaliyetler içinde oldukları ve hatta anonimlik arkasına sığınarak menfaat temin ettikleri veyahut bu yolla yalan yanlış bilgilerle kamuoyunu yönlendirdikleri şeklinde eleştiriler getirilmektedir. Özellikle Avrupa Birliğinde vergilendirme sistemi tamamıyla yeniden gözden geçirilmekte ve gerektiğinde rekabet otoriteleri devreye girmektedir. Son zamanlarda ciddi vergi cezaları kesilmektedir. Hatta Almanya, 2018’de “Sosyal Medyanın Denetimi ve Alman Sosyal Ağlarda Hak Talepleri ve Müeyyideler Kanunu” çıkararak yanıltıcı haberler (= fake news) ile ciddi bir mücadele başlatmıştır (Kanun hakkında bkz. http://hamdipinar.blogspot.com/2018/01/facebook-kanunu- 2018.html).

2. Tüzel Kişilerin Anayasal Temel Hak ve Özgürlükten Yararlanmasının Sınırları
Bu makalede esasen gündeme getirmek istediğimiz konu, tüzel kişilerin hangi şartlarda anayasal temel hak ve özgürlükten yararlanabileceğidir. Zira Wikipedia hakkında Anayasa Mahkemesinin önünde karar aşamasında olan bir başvuru bulunmaktadır. Başvuruyu bizatihiWikipedia tüzel kişiliği adına avukatı, fikir özgürlüğünün kısıtlanması sebebiyle bireysel başvuru konusu yapmıştır. Zira olaya uygulanan mevzuat hükümleri yorumlanırken anayasanın yansıma etkisi (anayasal yorum ilkesi) dikkate alınmak zorunluluğu vardır [Alman Anayasa Mahkemesinin 1958 yılında vermiş olduğu Lüth kararı ve anayasanın yansıma etkisinin özel hukuk alanında uygulanması ve somut bir hüküm açısından değerlendirilmesi için bkz. PINAR, Hamdi: Kooperatif Yöneticilerinin Görevden Alınması ve Denetim, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi (GÜHFD) 2014, C. XVIII, sa. 2, s. 157 vd.].

Türk hukukuna ve Türk Anayasa Mahkemesine de yol göstermesi açısından Alman hukukundaki tüzel kişilerin anayasal hak ve özgürlüklerine kısaca değinmek yararlı olacaktır.

A. Temel Hak ve Özgürlükler Açısından Tüzel Kişilerin Gerçek Kişilerle Karşılaştırılması
İnsan onuru (=Menschenwürde) sadece gerçek kişiler için söz konusu olacağından tüzel kişiler hiçbir şekilde bundan yararlanamazlar. Dolayısıyla tüzel kişiler, “genel kişilik hakları”na da (= Das allgemmeine Persöhnlichkeitsrecht) dayanamazlar. Aynı şekilde tüzel kişiler, sadece gerçek kişiler için öngörülmüş olan kişi dokunulmazlığı, evlenme ve aile kurma hakkı gibi haklardan yararlanamazlar. Ancak tüzel kişiler; çalışma ve sözleşme hürriyeti, fikir özgürlüğü, düzenleyici olarak toplantı hakkından, dernek kurma, yerleşme ve seyahat hürriyeti, haberleşme hürriyeti, konut dokunulmazlığı, mülkiyet hakkı gibi haklardan yararlanmaktadırlar.

Alman Anayasası 19. maddenin 3. fıkrasında açıkça temel hak ve özgürlüklerin yerli tüzel kişiler için de geçerli olduğu düzenlenmiştir. Dolayısıyla “yerli” (= inländisch) olmayan tüzel kişilerin Almanya’da anayasal temel hak ve özgürlüklerden yararlanamayacağı ortaya çıkmaktadır. “Yerli” olma şartı ise tüzel kişilerin faaliyetlerini yürüttüğü gerçek merkezi yönetim yerine (tatsächliche Hauptverwaltung) göre (veya tüzük veya esas sözleşmedeki ikametgahı teorisine göre = Sitztheorie) belirlenir. Bunun istisnası ise Avrupa Birliği hukukundan kaynaklanan ayırımcılık yasağı ilkesi gereğince AB üyesi ülkelerde yerleşik olan tüzel kişilerdir. Nitekim Alman Anayasa Mahkemesi, 27 Haziran 2018 tarihli güncel bir kararı ile ABD’de yerleşik olan bir hukuk bürosunun başvurusunu bireysel Alman Anayasası m. 19/3 şartlarına uymadığı için kabul etmemiştir. Bu hukuk bürosu, Amerika’da kurulmuş olan 40 farklı yerde 2.500 avukatla dünya çapında faaliyet yürüten Jones Day Hukuk Bürosu’dur. Bu hukuk bürosu, dizel skandalında VW Grubunun dünya çapında avukatlığını yürütmektedir. Karara konu olayda VW Grubunun dizel sahtekârlığına ait belgelere ulaşmak amacıyla Jones Day Hukuk Bürosu’nun Münih’teki ofisinde Münih Savcılığının başvurusu üzerine Münih Sulh Hukuk Mahkemesi tarafından arama yetkisi ve arama sonucu elde edilen delillerin (elektronik deliller de dahil olmak üzere) muhafazasına yönelik karar verilmesidir. Jones Day hukuk bürosu, Sulh Mahkemesi kararıyla anayasal temel hak ve özgürlüklerinden olan özellikle mesken dokunulmazlığı, çalışma özgürlüğü gibi hakları yanında hukuk devleti ilkesi ve avukatın sır saklama yükümlülüğünün ihlâl edildiğini iddia etmiştir. Alman Anayasa Mahkemesi, bahse konu hukuk bürosunun tüzel kişiliğinin merkezinin Avrupa Birliği üyesi bir ülkede olmadığından, bu büronun Münih gibi Almanya’nın diğer şehirlerinde veya AB üyesi ülkelerin birçok yerinde temsilciliğinin olmasının “yerli” statüsü kazandırmayacağına ve ABD ile Almanya arasındaki çift taraflı anlaşmaların da anayasaya nazaran kanun niteliğinde olduğundan temel hak ve özgürlükten yararlanma yetkisi veremeyeceğine ve dolayısıyla Jones Day hukuk bürosunun taraf ehliyetinin bulunmadığına hükmetmiştir.

B. Türk Hukukunda Tüzel Kişilerin Temel Hak ve Özgürlüklerden Yararlanma Ehliyeti Açısından Bir Tartışma Gerekli mi?
Alman Anayasa hükmü gibi (m. 19/3) bir hükmün Türk Anayasasında olmadığı görülmektedir. Yabancılara ilişkin tek hüküm ise Anayasa’nın 16. maddesidir. Bu hükme göre, temel hak ve hürriyetler, yabancılar için, milletlerarası hukuka uygun olarak kanunla sınırlanabilir.

Kendinin ne deve ne kuş olarak adlandıran dijital ekonominin yeni iş modellerinden bazıları dolaylı olarak Anayasa Mahkemesinin kararlarına konu olmuştur. Bunlardan biri de 2014 yılında verilmiş olan ve Twitter kararı olarak bilinen karardır. İstanbul Sulh Ceza Mahkemesi tarafından twitter.com adresine erişim engellenmesi kararı verilmesi üzerineTwitter şirketi ile hiçbir ilgisi olmayan ve şirket tüzel kişiliğini de temsil etmeyen üç gerçek kişi tarafından açılan davada Anayasa Mahkemesi, söz konusu üç kişinin de Anayasa’nın 13. maddesine aykırı bir şekilde Anayasa m. 26’da düzenlenen ifade özgürlüğünün sınırlandırıldığına hükmetmiştir. Bu kararda hiçbir şekilde Twitter şirketinin dijital bir ekonominin yeni iş modeli olarak ticari faaliyetinin yürütülmesi, Türk mevzuatına uygun yürütülüp yürütülmediği ve üçüncü kişiler yoluyla bir ticaret şirketinin ticari faaliyetinin izin verilmesinin mümkün olup olmadığı hiçbir şekilde incelenmemiştir. Zira dijital ekonominin yeni iş modelleri olarak adlandırılan oyuncuların, ticari faaliyetlerini yürütmelerinde öncelikle Türk ticaret mevzuatına ve elde edilen gelirlerin vergilendirilmesinde vergi mevzuatına uyma yükümlülükleri vardır. Bu oyuncular, Türk mahkemelerinin ve diğer yasal mercilerin kararlarına da uymak zorundadırlar. Oysa Twitter kararına konu olayda da görüldüğü üzere Twitter şirketinin Türk mahkemesinin kararına uymadığı anlaşılmaktadır. Bunun üzerine mahkeme tarafından bu siteye erişim tamamen engellenmiştir. Böyle bir durumda Twitter şirketinin çalışma ve sözleşme hürriyeti sınırlandırılmış olmaktadır. Ancak bu sınırlamanın anayasal sınırlar içinde olup olmadığını ve Twitter tüzel kişiliğinin Alman hukukunda olduğu gibi temel hak ve özgürlükler açısından taraf ehliyetinin bulunup bulunmadığını Türk Anayasa Mahkemesi hiçbir şekilde tartışmamıştır. Diğer bir tabirle Anayasa Mahkemesi, davanın tarafı olmayan üçüncü bir kişi olarak Twitter’in ticari faaliyetlerinin devamına hüküm tesis etmiştir. Twitter kararına benzer şöyle bir olay kurgulamak mümkündür. Örneğin bir şehirde ruhsatsız ve izinsiz olarak işletilen bir restoran ilgili idari birim tarafından kapatıldığında burada çalışan bir gerçek kişi Anasaya’daki çalışma ve sözleşme özgürlüğü ihlâl edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvursaydı, Anayasa Mahkemesi bu kişinin çalışma özgürlüğünün sınırlandırılmaması için kaçak işletilen bu restoranın açılmasına hükmedecek miydi? Uber konusunda ise yine şoförlerin çalışma, yolcuların sözleşme ve seyahat özgürlüğü sınırlandırılıyor diye bir karar mümkün olabilecek mi? Oysa AB Adalet Divanı, iki kararında Uber’in yasaklanabileceğine hükmetmiş; yine Alman mahkemeleri ise yeni kararlarıyla haksız rekabet sebebiyle Uber’in faaliyetini yasaklamışlardır. Nitekim Booking.com hakkında İstanbul Ticaret Mahkemesi faaliyetlerinin durdurulması hakkında tedbir kararı vermiştir.

Twitter kararına konu olay incelendiğinde başvuruda bulunan üç gerçek kişinin, internet ortamında ister kişisel web sayfası yoluyla, ister blog yazarak veya diğer iş modellerinden istifade ederek (Facebook, Instagram gibi) fikir özgürlüklerini kullanmalarında hiçbir engel bulunmamaktadır. Twitter gibi şirketler, Türk mevzuatına göre ticari faaliyetini yürütmediği, ticari gelir elde ettiği halde vergi vermediği ve en önemlisi haklarında verilen mahkeme kararlarını ve dahi diğer idari otoritelerin yetkilerini tanımamaktalar veya dolaylı bir şekilde sanki lütfedip dikkate almaktadırlar. Böyle durumlarda ise bu tür şirketler açısından Türkiye Cumhuriyeti devletinin hakimiyet yetkisinin kabul edilmediği gibi bir sonuca ulaşmak mümkündür. Oysa yabancı şirketlerin, çalışma ve sözleşme özgürlüğü çerçevesinde Türkiye’de kolaylıkla ilgili mevzuat hükümlerindeki yükümlülüklerini yerine getirerek ticari faaliyetlerini yürütmelerinde hiçbir engel bulunmamaktadır. Alman Anayasası ve Alman uygulamasının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine aykırı olduğu yönünde bir iddia bulunmadığı dikkate alındığında Türk anayasal hak ve özgürlüklerden yararlanma konusunda “herkes” ifadesi tüzel kişilerin tabiiyeti ve Türk mevzuatına uygun ticari faaliyetin yürütülüp yürütülmediğinin yeni bir bakış açısıyla ve çok yönlü olarak tartışılması gerektiği kanaatindeyiz. Konuya çok yönlü yaklaşmayan Anayasa Mahkemesi kararları ile kendini ne deve ne de kuş sayan dijital ekonominin yeni iş modellerinin, Türk hukuk öğretisi ve yargısı tarafından objektif olarak yeniden ele alınması bir zorunluluktır. Zira hukuk devleti gereğince hem gerçek hem tüzel kişilerin hakları ve bunların sınırlarının öngörülebilir şekilde açıklığa kavuşturulması gereklidir. Bundan dolayı şu anda Anayasa Mahkemesinin önünde karara bağlanması beklenen Wikipedia olayı tarihi bir fırsatı önümüze sunmaktadır.

3. Sonuç
Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir ve egemen bir devlet olarak Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, kanunları başta olmak üzere ilgili tüm mevzuat hükümleri tüm tarafları bağlar. Dijital ekonominin yeni iş modelleri olan şirketler, Türk mevzuatı gereğince yasal yükümlülüklerini yerine getirdiği takdirde bu şirketlerin Türkiye’de kendi iş modeli yoluyla ticari faaliyetini yürütmesinde hiçbir engel de bulunmamaktadır.

Wikipedia davası sebebiyle Anayasa Mahkemesinin olayın tüm boyutlarını artık açıkça tartışması gereklidir. Tüm açılardan tartışmalar yapıldıktan sonra Anayasa Mahkemesinin, Alman hukukunda aranan ehliyet şartının Türk hukuku açısından gerekli olmadığına kanaat getirmesi halinde önemli bir sonuç ortaya çıkacaktır. Zira Anayasa Mahkemesi tarafından Wikipedia lehine bir hak ihlâlinin tespiti halinde kendi hakimiyetini kabul etmeyen tüzel kişiler için dahi Türkiye'nin Almanya’dan daha özgürlükçü, bu kişilerin temel hak ve özgürlüklerini tanımış bir ülke olduğu açıkça anlaşılacaktır.

21 Ekim 2018 Pazar

KONKORDATO KARARI SONRASI İŞ ORTAKLIKLARI (ADİ ŞİRKETLER)

Günümüzde Türk hukuku ve uygulamasında en önemli konuların başında konkordato talepleri ve konkordato sonrası ortaya çıkan sorunlar gelmektedir. Zira konkordato geçici mühlet kararı sonrası tüm hesaplar bloke edilmekte ve ticari açıdan günlük akış kısada olsa bir kesintiye uğramaktadır. Kısa bir süre önce hakkına konkordato kararı verilen bir şirket ve bir gerçek kişi tacire aynı dosya ile hukukçu komiser olarak atanmamız sebebiyle benzeri sorunları yaşadık. Tüm taraflar, konkordato geçici mühletiyle birlikte hiç de öngörülemeyen sorunlarla kaşılaşmaktadır. Bizim de muhatap  olduğumuz sorunlardan biri de üçüncü kişilerle birlikte olan iş ortaklıklarının durumu ve mevcut faaliyetinin (inşaat taahhüdü) yürütülmesi zorunluluğudur. Bundan dolayı bazı Bankaların yetkili mahkemeye başvurması sonucunda ilgili Mahkemenin ara kararı doğrultusunda hukuki durumu açılayarak bir çözüm ortaya koyan hukuki görüşümüzü sunduk. Bu görüşümüzün uygulamaya yol göstereceği kanaatindeyiz. 
İş ortaklıkları bilindiği üzere adi şirket ilişkisi şeklinde ortaya çıkmaktadır. 6098 sayılı Borçlar Kanunu 620 vd. maddelerinde düzenlenen adi şirket ilişkisi tüzel kişiliği haiz olmayan bir ortaklık ilişkisidir. Adi şirketin bir görünüş şekli de “iş ortaklığı” şeklinde adlandırılmaktadır. Kurumlar Vergisi Kanunu m. 2/b.7’ye göre şöyle tanımlanmaktadır: 
İş ortaklıkları: 2. maddede sözü edilen sermaye şirketleri, kooperatifler, iktisadi kamu kuruluşları, dernek veya vakıflara ait iktisadi işletmelerin kendi aralarında veya şahıs ortaklıkları ya da gerçek kişilerle, belli bir işin birlikte yapılmasını ortaklaşa yüklenmek ve kazancını paylaşmak amacıyla kurdukları ortaklıklardan bu şekilde mükellefiyet tesis edilmesini talep edenler iş ortaklıklarıdır. Bunların tüzel kişiliklerinin olmaması mükellefiyetlerini etkilemez.”
Yukarıdaki tanım dikkate alınırsa adi şirket ilişkisinde bir “iş ortaklığı”nın ortaya çıkabilmesinin bazı şartları bulunmaktadır. Bu şartlar; ortaklardan en az birisinin kurumlar vergisi mükellefi olması, iş ortaklığı konusunun belli bir iş olması, birlikte yapılacak olan işin belli bir süre içinde gerçekleştirilmesinin öngörülmesi ve iş ortaklığı ile işveren arasında bir yüklenim sözleşmesinin olması gereklidir. Dolayısıyla bu şartların gerçekleşmiş olduğundan mevcud dosya münderecatındaki adi şirket ilişkisi de iş ortaklığı şeklinde olduğu anlaşılmaktadır. 
Adi şirkette kural olarak ortaklar kişisel, birinci derecede, sınırsız ve müteselsilen sorumludur. Zira BK m. 638/3’e göre, ortaklar, birlikte veya bir temsilci aracılığı ile, bir üçüncü kişiye karşı, ortaklık ilişkisi çerçevesinde üstlendikleriborçlardan, aksi kararlaştırılmamışsa müteselsilen sorumlu olurlar. Bir diğer husus ise tüzel kişiliğin olmamasının bir diğer sonucu daadi şirkete ait bir malvarlığının bulunmamasıdır. Zira adi şirkette mülkiyet rejimi ortakların iştirak halinde mülkiyettir (BK 638/1). Dolayısıyla ortaklar, tüm mallara ve haklara iştirak halinde maliktirler. 
Yargıtay’ın yerleşik içtihatlarında vurgulandığı üzere adi ortaklıklarda, ortakların borçlarından dolayı takip yapılması halinde, ortağın kâr payı veya tasfiye payına haciz konulması mümkün olup, alacaklı tüzel kişiliği bulunmayan ortaklığa ait bir mal veya alacak üzerine haciz koydurulması mümkün değildir (12. HD E. 2013/9972 K. 2013/19259 T. 27.5.2013). Dolayısıyla adi şirkete karşı açılacak davalar yönünden ise;ikili bir ayrım yapılmaktadır. Davanın konusu paradan başka bir şeyise davanın bütün ortaklara karşı birlikte açılması (mecburi dava arkadaşlığı), davanın konusu para ise;ortaklar bu borçtan müteselsil sorumlu bulunduklarından ortaklardan biri, bazıları ya da tümüne karşı (ihtiyari dava arkadaşlığı) dava açılabilecektir. Ortaklık sözleşmesinde aksi kararlaştırılmadıkça adi ortaklar birlikte ya da temsilci vasıtasıyla üçüncü kişilere karşı deruhte etmiş oldukları borçlardan müteselsilensorumlu olurlar. Bu hükme göre alacağa ilişkin bu davanın adi ortakların müteselsil sorumluluğuna dayalı olarak her birine karşıaçılması mümkündür (15. HD E. 2015/3393 K. 2016/257 T. 19.1.2016). Bir ortağın şahsi alacaklılarıhaklarını ancak o şerikin adi ortaklığın tasfiyesindeki payı üzerindekullanabilirler. Adi ortaklıkta, ortağın alacaklıları ancak ortağın tasfiye payını haczettirebilir. Alacaklı, ortaklığın malı üzerine haciz koyduramaz.Bir ortağın alacaklıları haklarını ancak ortağın tasfiyedeki payı üzerinde kullanabilirler (12. HD E. 2012/24520 K. 2013/55 T. 14.1.2013).
Bu açıklamalar ve içtihatlar dikkate alındığında iş ortaklığını oluşturan gerçek ve tüzel kişilerin hepsine veya bir kısmı hakkında konkordato kararı verilmesinin sonuçları farklıdır. Zira İİK m. 285/1’e göre, borçlarını, vadesi geldiği hâlde ödeyemeyen veya vadesinde ödeyememe tehlikesi altında bulunan herhangi bir borçlunun vade verilmek veya tenzilat yapılmak suretiyle borçlarını ödeyebilmek veya muhtemel bir iflâstan kurtulmak için yaptığı konkordato talebi kabul edilmiştir. Dolayısıyla konkordato ile adi şirket ortaklarının iştirak halinde sahip oldukları tüm malların haczi de söz konusu değildir. Bilakis borçlunun malvarlığının korunması temel ilkedir. Konkordato kararı ile borçlu malvarlığı üzerindeki tasarruf yetkisini prensip olarak kaybetmediği ve işletmenin faaliyetlerini sürdürebildiği için, komiserin denetimine ihtiyaç duyulmaktadır. Bunun da amacı, alacaklıların menfaatinin güvence altına alınmasıdır. Dolayısıyla komiserler, alacaklıları zarara uğratabilecek tasarrufları denetlemeli ve bilhassa borçlunun malvarlığının korunmasına özen göstermelidir. Komiser borçlunun malvarlığını korumak için özellikle borçlunun ödeme trafiğini denetim ve gözetim altında tutmak zorundadır. Bunun sonucu olarak komiser, borçlunun işletmesiyle ilgili mûtad olmayan iş ve işlemlere girişmeden önce kendisine bilgi vermesini ve izinin alınmasını istemelidir. Komiser borçlunun işlemlerine izin verebileceği gibi, icazet de verebilir. Ancak borçlu işletmenin faaliyeti için yerine getirmekle yükümlü olduğu her rutin işlem için komiserden izin almak zorunda kalmamalıdır (Pekcanıtez/Erdönmez: Konkordato, s. 31 vd., 75, 77). 
Yukarıdaki açıklamalar çerçevesinde Komiserler Kurulu olarak;
1) X İnş. San. Tic. Ltd. Şti. adına yeni banka hesapların açılması (veya işortaklığı halinde mevcut hesapla devam edilmesi) ve buradan rutin harcamaların veya onaylı harcamaların yapılması kararlaştırılmıştır (4 Nolu Karar, EK…). 
2) İş ortaklığı olarak yürütülmekte olan işlerin tamamlanması ve hak edişlerin alınarak gerekli yerlere harcamaların yapılabilmesi için Kurulumuz tarafından her bir iş ortaklığı için yeni banka hesaplarının açılması uygun görülmüştür. Böylece bu hesaplar üzerinden şantiyelerde bekletilmesi mümkün olmayan rutin ve acil işlerde haftalık kullanılmak üzere Komiserler Kurulundan izin almaksızın haftalık olarak avans kullanılması ve bilahare harcama belgelerinin Komiserler Kuruluna ibrazı ile avans kullanımının sürdürülmesi kararlaştırılmıştır (3 Nolu Karar, EK...). 
3) İş ortaklıklarının şantiyelerinin rutin ve acil işler dışında olan ve büyük miktarda ödemeler gerektiren mal ve hizmet alımları için banka hesaplarına yetkililerce verilen talimatlar, Komiserler Kurulu tarafından ayrı ayrı incelenerek izin verilmektedir.
Konkordato esas olan ticari faaliyetin yürütülmesi, malvarlığının ve alacaklı haklarının korunmasıdır. Dolayısıyla hukuki sınırlar içinde hızlı ve pratik çözümler geliştirerek tüm tarafların menfaatine uygun çözümler üretmek biz hukukçuların görevidir. 
Dr. Hamdi PINAR, LL.M

3 Ekim 2018 Çarşamba

Rekabet Kurulunun Enerji Sektöründe Yeni Bir Kararı: GEDİZ-AYDEM Kararı

Rekabet Kurulunun CK Akdeniz (20.02.2018) ve Enerjisa (08.08.2018) kararlarından sonra İzmir, Manisa, Aydın, Denizli ve Muğla illerinin elektrik dağıtım ve görevli tedarikçi şirketleri hakkındaki yürütülen ve merakla sonucu beklenen soruşturma tamamlandı. Rekabet Kurulu tarafından 02.10.2018 tarihi itibariyle de kısa karar açıklandı. Bu soruşturmada Rekabet Kurulu, önceki iki karardaki gibi Bereket Enerji Grubu A.Ş., Gediz Enerji Yatırımları A.Ş., Aydem Elektrik Perakende Satış A.Ş., ADM Elektrik Dağıtım A.Ş., Gediz Elektrik Perakende Satış A.Ş. ve GDZ Elektrik Dağıtım A.Ş. hakkında bölgelerinde hakim durumda olan bu şirketlerin bu hâkim durumları birlikte veya ayrı ayrı olarak kötüye kullanılıp kullanmadığı yönünde bir inceleme yapıldı. Yazılı sürecin ve sözlü savunma toplantısı sonrasında 01.10.2018 tarihinde Rekabet Kurulunca dosyanın müzakeresi sonucunda Kurulun aşağıdaki karara vardığı anlaşılmaktadır; 
1)    Aydem Elektrik Perakende Satış A.Ş., ve Gediz Elektrik Perakende Satış A.Ş.’nin 4054 sayılı Kanun’un 6. maddesini ihlal ettiklerine, dolayısıyla aynı Kanun'un 16. maddesi uyarınca adı geçen şirketlere idari para cezası verilmesine; 
2)    ADM Elektrik Dağıtım A.Ş., GDZ Elektrik Dağıtım A.Ş., Bereket Enerji Grubu A.Ş. ve GDZ Enerji Yatırımları A.Ş.’nin aynı Kanun’un 6. maddesini ihlal etmediğine, dolayısıyla adı geçen şirketlere idari para cezası verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir.
KARAR ŞERHİ (Hamdi PINAR):
Soruşturma sürecinin yazılı kısmından sonra gerçekleşen ve Kurul üyelerinin önünde yapılan sözlü savunma elektrik piyasasının anlaşılması ve bilgi kaynağının öğrenilmesi açısından çok yararlı geçmiştir. Zira elektrik piyasasında dağıtım şirketleri ile Görevli Tedarik Şirketlerin (GTŞ) ilişkisi ile GTŞ’lerin rolü sık sık karıştırılmakta olduğu ve GTŞ’lerdeki müşteri bilgileri ve verilerin kaynağı açık bir şekilde sözlü savunmada ortaya konulmuştur. Bunun dışında OSB’lerin (organize sanayi bölgesi) kendi alanlarında münhasır dağıtım yetkileri olduğu ilk kez sözlü savunmada Kurul önünde dile getirilmiştir. Bunların dışında elektrik piyasasının özelliği ve uygulamada gerçekleşen veri akışı ayrıntılı bir şekilde Kurul önünde anlatılmıştır. GEDİZ-AYDEM kararıyla Rekabet Kurulu, önceki kararları olan CK Akdeniz ve Enerjisa kararlarının aksine ilk kez soruşturma konusu olan bölgedeki iki dağıtım şirketlerine ceza verilmemiştir. Dolayısıyla Soruşturma Raporunda en önemli iddia olan dağıtım şirketleri ile GTŞ’lerin bilgi paylaşımı ve koordinasyonu bu kararda kabul edilmemiş olduğu ortaya çıkmaktadır. 
Dağıtım şirketleri dışında iki GTŞ’ye hakim durumlarını kötüye kullandığı gerekçesiyle Rekabet Kurulu tarafından idari para cezası verildiği kısa karardan anlaşılmaktadır. Gerekçeli karar tahminen 1-2 aylık bir süreçte yazılmadan bu yönden kararı tartışmak mümkün değildir. Dolayısıyla gerekçeli karar sonrası bu konuya ilişkin tartışma daha sağlıklı yapılacağından beklemek daha doğru olacaktır. 


13 Haziran 2018 Çarşamba

Kırmızı Taban: Rengin Mallarda Kullanıldığı Yüzey ve Soyut Rengin Tescili Tartışmasına İlişkin ABAD Louboutin Kararı ve Karar Şerhi


Bay Louboutin ve firması Christian Louboutin SASdış tabanı kırmızı renkli olan yüksek topuklu ayakkabı tasarlamaktadır. Bay Louboutintarafından bu marka (kırmızı taban, ancak şekilde kırmızı tabanlı bir yüksek topuklu kadın ayakkabısı yer almakla birlikte bu ayakkabı şeklinin markaya dahil olmadığı vurgulanmış) 2010 yılında Benelux ülkelerinde ayakkabı sınıfı için marka olarak tescil ettirilmiştir. 2013 yılından itibaren ise yüksek topuklu ayakkabılar için tescil ettirmişlerdir. 
                                                       
2012 yılında ise başka bir teşebbüs Van Harentarafından kırmızı tabanlı yüksek topuklu ayakkabıları satmaya başlamıştır. Bu durum üzerine, Bay Louboutinve şirketi, tescilli markasınınVan Harentarafından ihlali edildiği gerekçesi ile Hollanda’da dava açmıştır.
Davaya bakan Hollanda yerel mahkemesi, AB Marka Yönergesine göre şekil (= shape, Form) kavramının yorumunu ön karar başvurusu konusu yapmıştır. Yerel mahkeme, şekil kavramının Yönergeye göre malın üç boyutlu özellikleriyle (hatları, ölçüleri veya görünüşü gibi) mi sınırlı olduğunu yoksa şekil kavramının renk gibi diğer özellikleri de mi kapsayıp kapsamadığını sormuştur. 
Bugünkü (12.06.2018) kararında ABAD (C-163/16), “şekil” (= shape, form)” kavramının anlamı, AB Yönergesinde doğrudan tanımlanmadığından alışılagelmiş dildeki kullanımına göre belirlenmesi gerektiğine hükmetmiştir. Şeklin günlük dildeki kelime anlamından hareket eden ABAD, alanı sınırlandırılmış olmaksızın yalın bir rengin sadece kendisinin bir şekil gösteremeyeceğini tespit etmiştir. 
ABAD, bu malın (ayakkabı) şekli veya malın bir kısmının şeklinin gerçi rengin alanının sınırlandırılmasında bir rol oynadığını belirtmesine rağmen tescilli olan bu markanın bir şekil markası olmadığını kabul etmiştir. Zira tescilde görünen bu şekil değil, bilakis sadece bu malın (ayakkabı) belli bir yüzeyini kaplanmış bir renk tescille korunmaktadır.
Somut olayda bu marka yüksek topuklu ayakkabı tabanlarının belirli bir şekline ilişkin değildir. Çünkü marka hakkında yapılmış olan tanımdan da anlaşılacağı üzere ayakkabının hatları tescilli markanın içeriğine dahil olmayıp, bilakis sadece tescil kapsamındaki kırmızı rengin ayakkabıda bulunduğu konumu (pozisyonu) korumaya hizmet etmektedir.
ABAD’ın bir başka tespitine göre somut olaydaki gibi uluslararası olarak tanınan işaretleme koduna göre belirlenebilir rengin esaslı unsuru olan bir işaretin münhasıran bir şekilden oluştuğunun kabul edilebilmesi den mümkün değildir.
KARAR ŞERHİ (Hamdi PINAR): ABAD, Louboutinkararı ile marka tescillerindeki şekil ve renk konularını birlikte ele almıştır. Bu kararla özellikle şeklin sınırının belli olup olmadığı ile renk markasının tescilli malın hangi pozisyonunda kullanılmasının gösterildiği tescillerin şekil markası değil, sadece soyut renk markası olarak kabul edildiğine ilişkin çok önemli yeni bir içtihat ortaya koymuştur. Soyut renk markalarının tescilinin oldukça zor olduğu ve renklere ilişkin içtihatlarda ayırt edicilik unsurunun istisnai olarak kabul edildiği bilinmektedir. 
Soyut renk markalarına ilişkin talepler, Türkiye’deki ve AB ülkelerindeki yerel mahkemeler ile ABAD tarafından büyük çoğunlukla reddedilmektedir. Bu konu ABAD’ınLouboutinkararı yeni bir yönü ortaya çıkmıştır. Artık soyut rengin tescilinde bu tescilin kullanılacağı maldaki pozisyonunun da gösterilmesinin soyut rengin ayırt edicilik kazanmasına yeni bir boyut getireceği ve böylece soyut rengin ayırt edicilik yönünün daha kolay kazanılabileceği kanaatindeyiz. 
Tescilde kullanılan malın hatlarının (şeklinin) gösterilmesi renk markasının bir şekil markasına dönüşmesini sağlamayacaktır. Ancak malın hatlarıyla (şekliyle) gösterilmiş olan renk, somut olaydaki gibi ayakkabının şeklinin değişmesi ile rengin boyutlarının da değişmesine sebep olabilecektir. Tescil edildiği sınıftaki malların özellikleri sebebiyle rengin dış boyutlarının değişmesi bu rengin aldığı pozisyonu değiştirmeyecektir. Bunun sonucu olarak da soyut rengin ayırt edicilik özelliğini de kaldırmayacaktır. Böylece soyut renklerde ayırt edicilik kazanma sadece soyut renk üzerinden tartışılmayacaktır. Ayrıca soyut rengin tescilinin talep edildiği sınıftaki malların üzerindeki pozisyonu (bulunduğu yer) da dikkate alınarak soyut rengin ayırt edicilik kazanması incelenmek zorunluluğu ortaya çıkacaktır. Böyle bir durum soyut renklerde ayırt ediciliğin ortaya çıkmasını kolaylaştıracaktır. Bunun sonucu olarak da gelecekte özellikle malların belli yüzeylerini kaplayan soyut renk marka tescillerine yönelik ciddi bir talep artışının olacağı kanaatindeyiz. Bunun tabii sonucu olarak bu tür renk markalarının Türk Patent ve Marka Kurumu nezdinde başlangıçta ciddi sorunlara da sebep olacaktır. 
Not: Yukarıdaki karar özetimiz ve şerhimiz ABAD’ın Louboutinkararının basın açıklamasına dayanılarak hazırlanmıştır. Zira ABAD, önce basın açıklaması ile kararını duyurmakta ve daha sonra da gerekçeli kararını yayınlamaktadır. Gerekçeli karar çıktığında kararın içeriği ve uygulamaya etkisi daha ayrıntılı bir şekilde tarafımızca değerlendirilecektir. 

6 Haziran 2018 Çarşamba

BİR FACEBOOK FAN SAYFASININ YÖNETİCİLERİ, FACEBOOK İLE BERABER KİŞİSEL VERİLERİN KORUNMASINDAN BİRLİKTE SORUMLU - FACEBOOK TEMSİLCİLİĞİNİN MUHATAP ALINMASI


Anahtar kelimeler: Facebook, Kişisel Veriler, Fan Sayfa Yöneticileri, Facebook Temsilciliklerinin Muhataplığı

ABAD Karına Konu Olay: 
Alman İktisat Akademisi Schleswig-Holstein, eğitim alanında faaliyet gösteren bir limited şirkettir (GmbH). Akademi, Facebook’ta www.facebook.com/wirtschaftsakademie başlığı altında bir fan sayfası üzerinden de eğitim hizmetleri sunmaktadır.

Bu akademi gibi fan sayfalarının yöneticileri, Facebook’un fan sayfası yöneticilerine sunduğu ‘Facebook Insights’ fonksiyonu üzerinden, sayfayı ziyaret eden birçok kişinin verilerini ücretsiz ve anonim olarak elde etmektedir. Bu fonksiyon sayesinde ziyaretçilerin kullanıcı kodları ve çerezler (cookies) Facebook tarafından toplanıp fan sayfası yöneticileriyle paylaşılmaktadır. Ayrıca Facebook, kullanıcıların kayıt bilgileri ile kodlarını iki yıl boyunca hard-disk’te saklamaktadır.

3 Kasım 2011 tarihinde, 95/46 sayılı Yönerge doğrultusunda Alman kanunlarındaki uyumlaştırma sonucunda Eyalet yetkili denetim otoritesi olan Schleswig-Holstein Eyaleti Bağımsız Veri Koruma Merkezi, Akademiye söz konusu fan sayfasının kapatılması talimatını vermiştir. Eyalet Bağımsız Veri Koruma Merkezine göre, veriler ziyaretçilerden toplanmış olmakla birlikte Facebook ve Akademi, fan sayfasının kullanıcılarını bu hususta bilgilendirmemiştir. Oysa Facebook, bu ziyaretçilerin cookies yardımı ile ilgili kişisel verilerini alıyor ve daha sonraları da bu verileri işlemektedir.
Akademi, talimat karına karşı Alman İdare Mahkemesinde iptal davası açmıştır. Akademi savunmasında, verilerin toplanmasında Facebook’un sorumlu olduğunu ve kendilerine herhangi bir sorumluluk isnat edilemeyeceğini belirtmiştir. Bundan dolayı da muhatabın doğrudan Facebook olduğu ve Facebook’a karşı hukuki süreçlerin başlatılması gerektiğini belirtilmiştir. Bunun üzerine Mahkeme, AB Adalet Divanından (ABAD) veri korunmasına ilişkin olan 95/46 sayılı Yönerge hükümlerinin yorumlamasını istemiştir.

KARAR ŞERHİ (Hamdi PINAR):
Dosyayı inceleyen ABAD, üç açıdan çok önemli bir içtihat ortaya koymuştur.
1)    Facebook ve fan sayfası yöneticileri kişisel verilerin korunmasında birlikte sorumlu: Adalet Divanı’na göre Amerikan şirketi olan Facebook ve AB söz konusu olduğunda İrlanda’da yerleşik bağlı şirketi olan Facebook İrlanda  kontrol birimi (controller) olarak kişisel verilerin saklanmasında sorumludur. Ayrıca Akademi gibi fan sayfası yöneticileri de kişisel verilerin işlenmesinden Facebook ile birlikte sorumludur.
2) Otoritelerin muhatabı kendi ülkelerindeki Facebook temsilcilikleri: AB içinde hizmetin serbest dolaşımı olmasına rağmen ilk kez bu kararla muhatabın Facebook Almanya olduğu kabul edilmiştir. ABAD’a göre üye ülkelerdeki kişisel verilerin korunmasına ilişkin bağımsız otoritelerin muhatabı, Facebook’un üye ülkelerdeki temsilcilikleridir. Bir diğer  ifade ile bu otoriteler yetkilerini kullanırken, İrlanda’da yerleşik Facebook firmasını değil doğrudan kendi ülkelerinde bulunan Facebook temsilciliklerini muhatap alarak hukuki yetkilerini kullanacaklardır. Dolayısıyla Almanya için de muhatap, firmanın temsilcilik statüsündeki Facebook Almanya’dır. Facebook’un İrlanda’ki yerleşik bağlı şirketinin tüm AB bölgesi için kişisel verilerin elde edilmesi ve bunların işlenmesi hususunda tek yetkili olmasına rağmen ve  Facebook’un Almanya ve diğer üye devletlerde bulunan temsilciliklerinin yetkisinin sadece reklam yerlerinin satışı ve pazarlama faaliyeti olarak sınırlandırılmış olsa bile üye devletlerin otoriteleri bu temsilcilikleri muhatap olarak almaya yetkilidirler.  
3)    Üye devletlerin otoriteleri tek yetkili: AB üyesi devletlerce yetkilendirilmiş otoriteler, başka bir üye devlette yerleşik olan üçüncü kişiler (Facebook) tarafından kişisel verilerinin korunmasına ilişkin ihlâl gerçekleştirildiğinde, bu üye devletteki yetkili otoriteden bağımsız olarak ve bu otoriteye bilgi verme yükümlülüğü de olmaksızın, karar vermeye yetkilidir.