3 Haziran 2015 Çarşamba

Paris Sözleşemesine Göre Tanınmış Markalar Artık Mutlak Red Nedeni Değil- Anayasa Mahkemesinin İptal Kararının Pratik Sonuçları:

Anayasa Mahkemesi, 27.5.2015 tarihli kararı ile Marka Kanun Hükmünde Kararnamenin 7. maddesinin (i) bendini iptal etti... Bunun sonucu olarak artık Paris Sözleşmesine göre tanınmış marka olarak kabul edilen markalar, yeni marka başvurularında TPE tarafından re'sen dikkate alınan mutlak red nedeni olma özelliğini kaybetti.

Bu durumda Paris Sözleşmesine göre tanınmış markalar, tescilli olmak şartıyla MarkaKHK m. 7/1/b veya m. 8/1/b hükümleri kapsamında alınarak korunabilecektir. Bir diğer ifade ile yeni marka başvuruları, Paris Sözleşmesine göre tanınmış marka ile aynı ise MarkaKHK m. 7/1/b hükmü dikkate alınacaktır. Böyle bir durum mutlak red sebebi olduğu için TPE tarafından yeni başvurularda re'sen dikkate alınacaktır. Ancak Paris Sözleşmesine göre tanınmış marka, ile yeni marka başvuruları arasında karışıklığa yol açacak şekilde benzerlik varsa MarkaKHK m. 8/1/b hükmü dikkate alınacaktır. Bu hüküm nisbi red sebebi olduğu için TPE tarafından re'sen dikkate alınamayacak ancak taraflar bunu ileri sürebilecektir.

Paris Sözleşmesine göre tanınmış markalar ile MarkaKHK m. 8/4 hükmünce korunan tanınmış markalar aynı değildir. Bu hükme göre tanınmış markaların itibarı korunur ve başka sınıfta bile tescili nisbi red sebebi iken Paris Sözleşmesine göre tanınmış markalar MarkaKHK m. 8/4 hükmünün korunma kapsamı dışındadır.

http://www.resmigazete.gov.tr/main.aspx?home=http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2015/06/20150602.htm&main=http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2015/06/20150602.htm


23 Ocak 2015 Cuma

REKABET HUKUKU İLE HAKSIZ REKABET HUKUKU İLİŞKİSİ (THE RELATIONSHIP BETWEEN COMPETITION LAW AND UNFAIR COMPETITION LAW)

Rekabet Dergisi 2014, Cilt 15, sayfa 59-87 (www.rekabet.gov.tr)

ÖZ
Türkiye, piyasa ekonomisi prensibine dayalı ekonomik bir sisteme sahiptir. Türkiye’de hukuki reformların en önemli sebebi 1995’te Avrupa Birliği ile Türkiye arasında gerçekleşen Gümrük Birliğidir. Günümüzde Türkiye, serbest ve dürüst rekabetin düzenlenmesi için gerekli hukuki alt yapısını esas itibarıyla tamamlamıştır. Türk hukukunda rekabete ilişkin hükümlerin mehazı AB hukukudur. Ayrıca bu hükümlerin uygulamasında AB hukukunun ölçütleri de dikkate alınmaktadır. Rekabet hukuku ve haksız rekabet hukukunun, piyasada serbest ve dürüst, bir diğer ifade ile bozulmamış bir rekabetin sağlanması amacına hizmet ettiği kabul edilmektedir. Türk hukukunda özellikle de piyasa aktörleri tarafından rekabet hukuku ile haksız rekabet hukuku sık sık birbirine karıştırılmaktadır. Piyasa düzeninde serbestlik ve iktisadi faaliyetlerde dürüstlüğün korunması ve sağlanması amacıyla piyasada gerçekleşen ihlâllere karşı kamu ve tüm katılımcıların yararına rekabetin korunmasını temin için, rekabet hukuku ile haksız rekabet hukukunun birbirini tamamladığının kabulü doğru bir yaklaşım olacaktır. Zira sadece meşru sınırlar içinde gerçekleştiği takdirde bir rekabet
serbestîsinden bahsetmek mümkün olabilecektir.
Anahtar Kelimeler: Türkiye, Piyasa Ekonomisi, Rekabet Hukuku, Haksız Rekabet Hukuku, Bozulmamış Rekabet

Abstract
Turkey’s economic system has been built upon market economy. The most important reason for legal reforms in Turkey is the Customs Union that has been realized with the European Union in 1995. Turkey has, by now, in principle, completed the legal infrastructure to attain free and fair competition. The competition rules in Turkish Law is based on the EU Law. Consequently, EU Law criteria are taken
into consideration in the application of the rules. It has been acknowledged that competition law and unfair competition law serve the purpose of attainment of free and fair, in other words, undistorted competition in the market. In Turkish law, competition law and unfair competition law are often confused with each other,
especially by market actors. It would be accurate to deduce that competition law and unfair competition law are complementary to each other in realizing and ensuring the protection of freedom in the market and fairness in economic activities, in order to protect competition against infringements, to the benefit of State and all participants. It would only be possible to speak of freedom of competition as long as it is realized within legal borders.
Keywords: Turkey, Market Economy, Competition Law, Unfair Competition Law, Undistorted Competition

http://www.rekabet.gov.tr/File/?path=ROOT%2f1%2fDocuments%2fHaber%2fhaberyeni%2fdergi%2fRekabet+Dergisi+2014+Nisan_No15(2).pdf

28 Aralık 2014 Pazar

FİKRİ MÜLKİYET HAKLARI VE SINIRLAMALARDA KANUNİLİK İLKESİ

Kullanılmayan Marka İptal Edilebilir, Hükümsüzlük ise Anayasa'ya Aykırı - Şimdilik....
Marka Hakkının Hükümsüzlüğüne ilişkin MarkaKHK m. 42/1/c hükmünün Anayasa'ya aykırılığı sebebiyle iptaline ilişkin Anayasa Mahkemesi'nin gerekçeli kararın aşağıdaki linkten ulaşmak mümkündür. Aslında yeni bir tartışma da başlayabilir. Zira Anayasa Mahkemesi başvurudaki ayrıntıları tam anlamamış gibi. Öyle bir gerekçe yazmış ki sonucu fikri mülkiyet hukuku açısından temel bir tartışmaya yol açacak niteliktedir. Hükmü Anayasa m. 91/1. fıkrasına aykırı bulan Anayasa Mahkemesi, Anayasa m. 35'de düzenlenen mülkiyet hakkının kamu yararı amacıyla ancak kanunla sınırlanabileceğinden hareket etmiştir. Bu durumda fikri mülkiyet hakkını düzenleyen Kanun Hükmünde Kararnamelerin tamamında yer alan ve mülkiyet hakkını sınırlandıran her sınırlama kanunilik şartına uymadığı için Anayasa m. 91/1'e aykırılık teşkil edecektir. Misal olarak MarkaKHK m. 14 gereğince kullanılmayan markaların iptali hükmü de mülkiyet hakkını sınırlandıran ama kanunilik ilkesi şartına uymayan bir hüküm olup Anayasaya aykırılık teşkil edecektir:

http://www.kararlaryeni.anayasa.gov.tr/Karar/Content/4053188c-38cb-4e47-9d26-7996ac7523aa?excludeGerekce=False&wordsOnly=False

7 Ekim 2014 Salı

KOOPERATİF YÖNETİCİLERİNİN GÖREVDEN ALINMASI VE KOOPERATİFLERDE DENETİM SORUNU

Hamdi PINAR
ÖZET

Türkiye’de günümüzde faaliyet gösteren 26 ayrı türde 84.232 kooperatif bulunmakta olup, bunların ortak sayıları toplamı ise 8.109.225’tir. Türkiye’de bulunan kooperatiflerin büyük bölümünü konut yapı kooperatifleri ve tarımsal alandaki kooperatiflerden oluşmaktadır. Kooperatifler alanında 1163 sayılı Kooperatifler Kanunu (KoopK) dışında 1581 sayılı Tarım Kredi Kooperatifleri ve Birlikleri Kanun (TarKKoopB-Kanunu) ile 4572 sayılı Tarım Satış Kooperatif ve Birlikleri Hakkında Kanun yürürlüktedir. Türk Ticaret Kanununa göre kooperatifler aynı zamanda bir ticaret şirketidir. KoopK’da yönetim kurulu üyeliğinin kazanılması ve yitirilmesine ilişkin toplu ve düzenli hükümler bulunmamaktadır. KoopK m. 90 kapsamında ilgili bakanlıklara, kooperatifler ve üst örgütler ile bunların iştiraklerinin yönetim kurulu üyeleri ile üst düzey yöneticilerinin görevlerine, kanunda belirtilen şartların varlığı halinde, tedbir amaçlı son verilebilme yetkisi verilmiştir (KoopK m. 90/3). Çalışma kapsamında yöneticilerin görevden alınması ve bununla bağlantılı olarak kooperatiflerde teftiş ve denetim konusu öncelikle genel nitelikteki KoopK ve devamında özel nitelikteki kanuni düzenleme olan TarKKoopB-Kanunu hükümleri çerçevesinde incelenecektir.

Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 2014'de yayımlanan makalenin tam metni için bkz. 
http://webftp.gazi.edu.tr/hukuk/dergi/18_2_5.pdf

13 Eylül 2014 Cumartesi

Telif Hakları ve Kütüphaneler İçin Yeni Dönem

Avrupa Birliği Adalet Divanı, 11 Eylül 2014 tarihli kararı ile üye ülkelerin hukuken, kütüphane bünyesinde yer alan eserleri, dijital ortama aktararak okuyucuların yararlanmasını sağlamalarının telif hakkını ihlâl etmeyeceğine ilişkin olarak düzenleme yapabileceklerine karar verdi. Ancak bu dijital ortamın okuyucular tarafından çoğaltmaya (USB-Bellek vs.) yarayan yollara açık olmaması gerekiyor. (Ayrıntılı bilgiyi daha sonra buradan yazacağız).

http://curia.europa.eu/juris/document/document.jsf?doclang=EN&text=&pageIndex=0&part=1&mode=lst&docid=157511&occ=first&dir=&cid=137043

12 Haziran 2014 Perşembe

INTEL'e 1.06 milyar EURO Para Cezası

Hakim durumu kötüye kullanma sebebiyle AB Komisyonu tarafından 2009'da INTEL'e kesilen 1.06 milyar Euro para cezasına ilişkin mahkeme süreci de tamamlandı. 12.6.2014 tarihli kararı ile AB İlk Derece Mahkemesi de işletim sistemi pazarında hâkim durumda olan INTEL'in bu durumunu 2002-2007 arasında kötüye kullandığını kabul ederek verilen bu para cezasını onayladı (T-286/09). Olayda INTEL'in rakibi olan Advanced Micro Devices, Inc. (AMD) karşısında işletim sistemi pazarının %70'ine sahip ve diğer unsurlarla birlikte hakim durumda olduğu tespit edilmiştir. ABAD, INTEL tarafından bilgisayar üreticileri olan şirketlerin (Dell, Lenova, HP, NEC) ürettikleri bilgisayarlarında sadece x86 işletim sistemini kullanmaları ve Media-Satrun teknoloji mağazalarında da sadece intel x86 işletim sistemli bilgisayarları satmaları karşılığında indirim uygulamasını hakim durumun kötüye kullanılması olarak değerlendirmiştir. Bu olayda özellikle hakim durumdaki bir şirket tarafından sağlanan böylesi bir indirim, rakipleri "dışlayıcı indirim" (Exklusivitätsrabatte, exclusivity rebates) olarak adlandırılmaktadır. İstisnai durumlar hariç, bu tür indirimler finansal avantajlar sağlayan iktisadi bir karşılık olmayıp, bilakis alıcıların (intelin müşterisi olan şikretler) serbestçe karar vermelerini imkansız kılmakta veya zorlaştırmaktadır. Ayrıca diğer işletim sistemi üreticisi olan şirketlerin (AMG gibi) de pazara girişini engellemektedir. Objektif bir meşru sebep olmadığı takdirde böylesi dışlayıcı indirimler, hâkim durumun kötüye kullanılması olarak değerlendirilmektedir. Dolayısıyla hâkim durumdaki bir şirket tarafından dışlayıcı indirim uygulaması rekabeti sınırlayıcı ve rakibi pazardan çıkarmaya uygun bir tarzdır. Bundan dolayı dışlayıcı uygulamanın rekabeti sınırladığına ilişkin olarak her bir somut olayın şartlarıyla ispatlamaya gerek olmadığı belirtilmiştir. Bu karara karşı itiraz süreci ABAD nezdinde devam etmektedir.

5 Haziran 2014 Perşembe

KARTELCİLERİN BAŞI DAHA ÇOK AĞRIYACAK


Avrupa Birliği Adalet Divanı 5.6.2014 tarihinde rekabet hukuku açısından önemli bir karar verdi. Kartel sebebiyle doğruda zarara uğrayanların tazminat talepleri bilinen bir husustu. Ancak bu kararla, doğrudan kartel içinde olmayan bir şirketten alınan ürünler sebebiyle uğranılan zararın, hiçbir şekilde sözleşme ilişkisinin olmadığı kartelci şirketlerden talep edilmesi söz konusudur. Burada önemli olan husus, tazmini talep edilen zarar ile kartel sebebiyle piyasadaki fiyat yükselmesi arasındaki ilişkinin varlığının ispat edilebilmesidir.

Somut olayda, daha önce kartel anlaşmasından dolayı 2007'de rekor düzeyde, yani 992milyon Euro ceza verilen asansör ve döner merdiven üreticileri olan Kone, Otis, Schindler ve ThyssenKrupp şirketleri söz konusudur. Avusturya Demiryollarının bağlı (yavru) şirketi, başka bir üçüncü şirketten aldığı asansörler ve yürüyen merdivenler için uğradığı zararı kartel anlaşmasının tarafı olan bu şirketlerden tazminat olarak talep etmektedir.

Basın açıklamasına aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz.
http://curia.europa.eu/jcms/upload/docs/application/pdf/2014-06/cp140079en.pdf

ABAD’ın 05.6.2014 tarih ve C-557/12 sayılı Kone/ÖBB kararının tam metni için bkz.:

http://curia.europa.eu/juris/document/document.jsf?doclang=EN&text=Kone&pageIndex=1&part=1&mode=req&docid=153312&occ=first&dir=&cid=505177#ctx1

5 Mart 2014 Çarşamba

GÜMRÜK BİRLİĞİ - YENİDEN MÜZAKERE EDİLİRKEN BİLGİLENME DİLEĞİYLE...


Güncel haberlere göre Türkiye, AB ile olan Gümrük Birliğini yeniden gözden geçiriyormuş. Bu konuda uzun zamandır çalıştığımız için bir kaç söz söylemek hakkımız. AB ile müzakerelerde Türkiye -maalesef- çok yetersiz kalıyor. Bunun sebebi, özellikle AB hukuku konusunda bilgi birikimi yeterli olmayan kişiler tarafından müzakerelerin yürütülüyor olmasıdır. Bunun sonucu olarak AB'nin her dediği sorgulanmadan kabul ediliyor. Yani müzakereden ziyade AB tarafından verilen talimatlarla alt yapı bizim bürokratlarca hazırlanıyor ve daha sonra da bu kişilerce siyasetçilerimiz ikna edilerek süreç tamamlanıyor. Bu konularda sorumluluk elbette siyasetçilerin üzerindedir. Ancak siyasetçi bu işlerin mutfağında değildir. Yani işin ayrıntısını bilmez ve iş bittikten sonra sürece dahil olur. Kimse kimseyi kandırmaya çalışmasın. Bunun en son örneği AB ile yapılan Geri Kabul Anlaşması'dır. AB bürokrasisi bu konuları iyi bilir. Nitekim AB, seçim sürecindeki Türkiye'nin içinde bulunduğu sıkıntılı pozisyonu ve ilgili Bakanın sayılı günlerini çok iyi kullandı. Bağış, AB ve Dış İşleri Bakanlığının başarılı (!) bürokrasisi de Başbakanı ikna ederek -ona doğru bilgi verip vermediklerinden emin değilim-Türkiye için mali ve sosyal külfetinin hesap dahi edilemeyeceği büyük bir yükün altına girmemizi sağladılar.
Doğru tercümesini dahi beceremediğimiz 1/95 sayılı Ortaklık Konseyi Kararı ile Gümrük Birliği sürecini başlatmıştık, şimdi gözden geçireceğiz, hadi kolay gelsin diyelim....

RADİKAL'deki yazımıza aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz:
http://www.radikal.com.tr/radikal.aspx?atype=haberyazdir&articleid=886311

3 Ocak 2014 Cuma

ÖZEN YÜKÜMLÜLÜĞÜ VE TEDBİRLİ YÖNETİCİ ÖLÇÜTÜ

ÖZEN YÜKÜMLÜLÜĞÜ VE TEDBİRLİ YÖNETİCİ ÖLÇÜTÜ
Bilkent Üniversitesi Hukuk Fakültesi tarafından düzenlenen "Anonim ve Limited Ortaklık Yöneticilerinin Sorumluluğu" başlığı altında 02.10.2012 tarihinde yapılan sempozyum konuşmam (metin yayımlanmak üzere hazırlanmaktadır): 
II. Oturum videosu: 11.dakikadan itibaren....
http://video.bilkent.edu.tr/series_listing.php?category=3&lang=tr&series_id=44

16 Aralık 2013 Pazartesi

Geri Kabul Anlaşması Türkiye’yi AB’ye Tam Üyelikten Uzaklaştırır

Yrd. Doç. Dr. Hamdi PINAR, LL.M.
16 Aralık 2013 tarihi Türkiye’nin AB üyeliğinden uzaklaştırıldığının başlangıcı olacaktır. Zira AB, tam üyelik karşılığında Türkiye ile yapabileceği bir anlaşmayı ve üstelik ciddi malî külfetleri üzerine alarak gerçekleştireceği bir süreci çok kolay bir şekilde elde etmiştir. Bunun için belli hazırlıklar yapılmıştır elbette. Öncelikle Türkiye’nin haklarımıza sahip çıkmaması sağlanarak Avrupa Birliği ile Türkiye arasındaki Ortaklık ilişkisinin 50 yıllık tarihi seyrini değiştirecek nitelikte olan Demirkan davası sonuçlanması sağlanmıştır. Demirkan kararıyla ABAD, hukuk temeli bir karar vermekten uzaklaşmış, adete kendine güveni bir çırpıda çöpe atabilmiş, 60’a yakın kararı yok saymıştır. Bu karara sessiz kalan Türkiye, AB nezdindeki vatandaşlarının haklarını, yani işçilerin ve hizmetin serbest dolaşımını gerçekleştirmeyi bir kenara bırakmıştır. 
AB’nin ekonomik krizden çıkmak için Türk turistlere kapıyı açmayı düşündüğü bilinmektedir. Hatta bu yöndeki tavsiyeler sık sık gazetelerde yazılmaktadır. Ama haklarını ve buna nasıl sahip çıkmasını bilmeyen bir Türkiye’yi karşısından bulan AB, 3,5 yıla yayan bir süreci de önüne koyarak AB’nin en büyük sorunu olan mülteci sorunu karşılığı Türk turistler için vize muafiyeti vermeyi taahhüt etmiştir. Üstelik bu süreç tamamlanır ve AB'nin de keyfi isterse bugünkü yeşil pasaportlular gibi turist olarak Türk vatandaşları AB’ye gidebilmesinin dışında başka bir hak elde edilemeyecektir.
Türkler söz konusu olduğundan kendi değerlerini umursamayan, hukuk devleti ilkesini ve insan haklarını görmemezlikten gelen bir AB ve haklarına sahip çıkmayı bilemeyen bir Türkiye karşı karşıya geldiğinde kaybeden ülke hep Türkiye'dir. Örneğin, 19.02.2009 tarihli Soysal kararı ile Almanya'ya giderek hizmet verecek Türklerden 2 aya kadar çalışmak için vize istemeyeceği ortaya çıktığı halde Almanya 4 yıldır ciddi tek bir adım bile atılmamıştır.
AB’nin en önemli sorunlarının başında yasadışı göç gelmektedir. Geri Kabul Anlaşması ile Türkiye üzerinden gelenler Türkiye’ye iade edilecektir. AB’nin sınırlarından sorumlu organizasyonu olan FRONTEX’in 2012 yılı verilerine göre, AB’ne Yunanistan üzerinden 37.220, İtalya ve Malta üzerinden ise 15.150 mülteci ve sığınmacı girmektedir. Özellikle Yunanistan’a giren mülteci ve sığınmacıların tamamına yakınının ise Türkiye’den kaçak olarak girdiği herkesçe bilinmektedir. Bu durumda Balkan ülkelerine, Yunanistan’a ve kısmen İtalya’ya Türkiye üzerinden gittiklerini kabul ettiğimiz takdirde yıllık –en düşük rakamla– 40-50bin civarında mülteci ve göçmen AB’ye yasa dışı olarak Türkiye üzerinden girdiği kabul edilebilir. Her yıl bu rakamların üst üste konulduğu bir mülteci sorunu Türkiye açısından önümüzdeki süreçte en büyük sorun olacaktır. Ekonomik maliyetinin yıllık 3-5 milyar Doları bulacağı, toplumsal ve siyasal maliyetinin ise tahmin bile edilemeyeceği bir sürece adım atıyoruz.

Türkiye'nin AB'ye tam üyelik süreci aslında Geri Kabul Anlaşması büyük bir sekteye uğrayacak ve hatta bir daha gerçekleşmemek üzere kapanacaktır. Zira AB, Türkiye’den ancak tam üyelikte karşılığı böyle külfetli bir anlaşmayı hem karşılıksız hem de masrafsız bir şekilde elde etmiştir. Bundan sonra AB’nin Türkiye’den isteyebileceği başka bir şey şimdilik de yoktur.