18 Kasım 2025 Salı

Tarihe Kısa Bir Not: Hukuk Mesleklerine Giriş Sınavının (HMGS) Getirilişi - Şart Ama Nasıl Olmalı?

Türkiye’de “Hukuk Mesleklerine Giriş Sınavı” (HMGS) ilk kez 29 Eylül 2024 tarihinde gerçekleştirildi. Bu sınavın ve sonrasındaki sınavların sonuçlarının ilan edilmesi ile HGMS'nin özellikle aleyhine beklenen bir tartışma başladı. Ancak bu konuda yazanların çoğunluğunun akademik kıyaslama yerine bilindik ezberlerden öteye geçmediği görülmektedir. 

Bu konuda 2000’li yılların başından itibaren başlayan bir sürecin sonunda bu sınav ortaya çıkmıştı. Uzun bir aradan sonra tekrar gündeme alınmasından sonra 2018’de toplanan bir komisyona akademisyen üye olarak davet almıştır. Dolayısıyla bu konuda bazı hususları burada yazmak doğru olacaktır. 

Başlangıçtaki taslakta bu sınavın adı “Hukuki Yeterlilik Sınavında (HYS)” olarak belirlenmişti. Görüşmelerde bunun negatif bir algıya sebep olacağını; bunun yerine hukukçuların mesleklerine girişin ilk adımı niteliğinde bir sınav olduğundan adının da meslek veya mesleklerine giriş sınavı olarak tavsiyemiz Komisyon tarafından da kabul görmüştü. Böylece “Hukuk Mesleklerine Giriş Sınavı” olan kavram benimsendi. Zira hukuk fakültelerinden mezun olup lisans diploması alanlar ayrıca hâkim, savcı, avukat ve noter olmak isterlerse bu sınavdan başarılı olmaları gereklidir. Günümüzde lisans diploması alıp bürokrasiye veya serbest olarak farklı alanlarda çalışmak isteyen genç hukukçular için bir engel bulunmamaktadır. Bu sınav ise hukuk meslekleri için ilk aşamadır. Ayrıca bu sınavın YL ve doktora içinde -Almanya örneğindeki gibi- belirleyici bir ön şart olmasını da o zaman tavsiye etmiştik. Böyle bir tercihin de akademik camiada eskiden beri şikâyet konusu olan bazı sorunları ortadan kaldırabileceği kanaatindeyiz. 

HMGS olarak adlandırılan sınavın, Komisyon toplantısında başlangıçtan beri örnek alınarak planlanan Almanya’daki “Devlet Sınavı I ve II” gibi tarzda yapılmasının mümkün olduğunu ve bu konuda bilgi verdiğimizi de hatırlıyorum. Almanya örneğinde her biri ortalama 4-5 saat süren ve 6 sınavdan oluşan karmaşık vâkıaları ihtiva edebilecek biçimde hazırlanan hadise/karar çözümünü içeren yazılı sınavlar ve ayrıca sözlü sınav söz konusu olur. Ancak Komisyondaki müzakerelerin sonunda çoğunluk bu tarz bir sınav sisteminin hazırlanması, okunmasının ve bunların organize edilmesinin Türkiye’de mümkün olmadığı itirazları ileri sürüldü ve alışılmış olan test usulünün tercihi benimsendi. Bu tercihe o zaman karşı çıkmış ve böyle bir sınavın yapılabilmesinin mümkün olduğunu ve hatta böyle yeni sınav sistemin kurulması ve bu sınavın organizasyonuna gönüllü olduğumu ve fakültedeki akademik görevimin yanında görevlendirme olursa bu sorumluluğu da almaya talipli olduğumu o zaman açıkça ifade etmiştik. Öğrenci sayısının yüksekliğine ilişkin itiraza karşı, ön eleme olarak kolay bir test usulüyle sınavda bile ortalama %30 gibi bir oranda öğrencilerinin başarısız olabileceğini ve böylece ikinci sınavın daha az öğrenciyle rahatlıkla yapılabileceğimizi söylemiştik. 

Nihayetinde Adalet Bakanlığı bürokratları, Adalet Akademisi yöneticileri ile dar bir akademisyen gruptan oluşan Komisyonda baskın görüş olan test usulü benimsendi. Zira adalet camiası açısından yeni bir sistem getirmek ve bunun için kapsamlı bir çalışma yaparak bu sistemin oturması riskini almak yerine Türkiye’deki üniversiteye giriş ve sonrasındaki diğer sınavlarda da olduğu gibi test usulü alışılmış ve sorunsuz işleyen bir sistemin tercih edilmesi daha kolaydı. Buna karşılık, biz de hukuk fakültesinin öncesinde ve sonrasında da sadece test usulü bir sınav sisteminin isabetsiz olacağını beyan etmiştik. Böyle bir test sisteminin benimsenmesinin, hukuk fakültelerindeki öğretim yöntemini uzun vadede değiştirebileceğini ve nihayetinde dershane sistemine dönüştürebileceğini ifade etmiştik. Test sistemi sebebiyle hukuk fakülteleri de sınavlarını büyük çoğunlukla böyle bir test sistemine geçirmek gibi bir yola sürüklenebilecektir. Bu sistemin en olumsuz yan etkisi de öğrenciler üzerinde olacaktır. Öğrencilerimiz, iyi bir hukukçu olarak çok yönlü kendilerini yetişmek, her türlü karmaşık uyuşmazlıkları çözebilecek muhakeme yeteneğini geliştirmek yerine test sınavı odaklı olarak bilgiye dayalı ezberci bir anlayışla maalesef yetersiz bir seviyede yetişecektir.

Komisyon üyesi olarak tarihe kısa bir not düşmek istedim. Zira son HGMS'lerdeki başarı oranı sebebiyle ciddi bir biçimde dijital medyada aleyhe organize olan büyük bir kitle var ve bunlar bu sınavın ya tamamen kaldırılması ya da geçme barajının çok daha aşağıya (50 gibi) düşürülmesini istemektedir. Oysa Türkiye, maalesef fakülteye başlayanın er ya da geç mezun olduğu, kağıt üzerinde kalan imzalarla stajların tamamlandığı ve staj sonrası ruhsatı alan avukatların ilk dereceden Anayasa Mahkemesine kadar sınırsız ve ölçüsüz mesleğini icra edebildiği bir ülkedir. Almanya ve Birleşik Krallık gibi ülkelerde bu tarz sınavlara çok büyük önem verilmektedir. Bu sebeple Türkiye'de yarım porsiyon hukukçu yetiştirmenin önüne ancak ciddi ve merkezî bir sınav sistemi ile geçebiliriz. Böylece geleceğin en parlak hukukçularının hâkim, savcı, avukat ve noter olmalarının önünü açabiliriz. Yüksek lisans ve doktora girişinde de böyle ciddi bir sınavın belirleyici bir baraj olmasının da yolu açılmış olur. 

Netice itibarıyla HMGS veya benzeri bir adla olsun hukuk mesleklerine giriş amacıyla hukuk fakültesi mezunlarının girdiği bir sınav Türkiye için de vazgeçilmezdir. Bu sınavın muhtevasının nasıl olması gerektiğini her zaman tartışmak mümkündür. Çoktan seçmeli sınavlar basit bilgi ihtiva eden ezberci bir soru tarzı biçiminde olursa -yukarıda da ifade ettiğimiz gibi- iyi hukukçular yetiştirilmesinin önündeki en büyük engel olur. Ancak çoktan seçmeli ama basit ezber yerine bir hadise kurgusu üzerinde inşa edilerek bunun çözümünün hangisi veya en doğrusunun hangisi olacağı gibi tamamen bir uyuşmazlığı çözerek sonuca ulaşılmasını sağlayabilecek bir yöntem de geliştirmek mümkündür. Esasen sistemin aksayan yönlerini düzelterek daha iyisine ulaşmak her zaman mümkündür. Öncelikle geleceğin nitelikli hukukçularının yetiştirilmesi için önemli olan yap-bozdan vazgeçerek HGMS'nin devamlılığından asla vazgeçmemeliyiz; tartışmaları da ancak ve ancak bu sınav tarzını biçimi ve muhtevası üzerinde yürütmeliyiz. İkinci adım olarak hukuk fakültelerinin çok yönlü reform edilme sürecine bir an önce başlanılmasıdır. Geleceğin yetkin ve dirayetli hukukçularının yetiştirilmesi için hukuk fakültelerindeki müfredat ve sınav sistemi yeniden gözden geçirilmelidir. Bu esnada bu sürecin başarıyla ulaşması için hukuk fakültelerindeki kadroların yeni sisteme uyumları ve niteliklerinin artırılmasının elzem olduğunu unutmamalıyız. Bizim 2018'de teklif ettiğimiz sistem esas alınarak ve Türkiye'deki şartlara göre bazı değişikliklerle yapılabilecek yeni bir sınav sisteminin elbette başlangıçta çok yönlü zorlukları olacaktır. Böyle bir sınav sistemi hem fakülteleri hem öğrencileri çok zorlayacaktır. Ancak uzun vadede süreç iyi ve kararlı bir biçimde yönetilebilirse sağlayacağı faydalar inanılmaz derecede büyük olacaktır. Türk hukuk fakültelerindeki öğretim sistemi kendini yenileyerek geliştirecek ve böylece geleceğin hukukçularını sağlam temeller üzerinde yetiştirebileceğimiz kanaatindeyiz. Hirsch'in bir sözüyle tamamlayalım: “Hukukçunun değeri, bilgi derecesi ile değil, bilgisini uygulama yeteneğiyle ölçülür.”

17 Şubat 2025 Pazartesi

Alman Anayasası Örneği Üzerinden Türk Anayasasına İlişkin Bir Tartışma: “Türk Vatandaşlığı” mı “Türkiye’li Vatandaşlığı” mı?


Doç. Dr. Hamdi PINAR, LL.M. 
Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi
Ticaret Hukuku Öğretim Üyesi

       Türkiye Cumhuriyeti Anayasa’sının “Türk vatandaşlığı” başlığı altında 66. maddesinin 1. fıkrasında “Türk” kelimesi; “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür.” olarak tanımlanmıştır. Bu düzenleme sebebiyle bazı akademik ve siyasi çevreler değişik saiklerle yazılı metinlerde ve/veya konuşmalarda “Türk” kelimesi yerine “Türkiye’li” kelimesinin tercih edilmesini savunmaktadır. Zira bunların temel gerekçesi, “Türk” kelimesin bir ırkı temsil ettiği hâlde Anadolu’da Türkler dışında Kürt, Laz, Çerkez, Boşnak, Arap gibi çok geniş heterojen bir nüfus yapısının olmasıdır. Tarihî açıdan uzun bir devlet geleneğinden gelen ve Anadolu coğrafyasında Selçuklu ve Osmanlı devletini rejim değiştirerek takip eden yeni Türkiye, elbette nüfus olarak bünyesinde çok farklı etnik grupları da barındırmaktadır. 

       Burada tarihî veya sosyolojik bir tartışma değil; sadece anayasa hukuku açısından bizdeki düzenleme benzeri bir hükmün Alman Anayasasındaki [Temel Kanun = Grundgesetz (GG)] düzenlemeye kısaca temas etmek istiyorum. Zira “Dijital Ekonomi Hukuku” kitabımda temel hak ve hürriyetlerin öznesi olan gerçek ve tüzel kişileri bir bölüm hâlinde incelemiştim. Bu esnada Alman Anayasasındaki hükümle  (GG § 116/1), Türk Anayasasındaki düzenlemenin bariz biçimde benzerlik arz ettiğini fark ettim. Türk Anayasası da hazırlanırken Alman ve diğer ülkelerin metinleri, muhakkak dikkate alınmıştır. Alman Anayasasındaki düzenlemeler kısaca şöyledir: 

       Temel hak ve hürriyetlerden kimlerin yararlanacağına ilişkin olarak Alman Anayasasında (GG) açık bir tasnif yapılmıştır. Bu tasnif, anayasa madde metinlerinde doğrudan ve açıkça “herkese” (Jeder) ve Almanlara (“Alle Deutschen…”) tanınan hak ve hürriyetler şeklindedir. Dolayısıyla Alman Anayasasında herkes ifadesi için cümle başlarında “Jeder…” (her/herkes) (Art. 2 ve 5), “Jedermann…” (herkes/herhangi bir kimse) (Art. 17), “Alle Menschen…” (bütün insanlar) (Art. 3/1) veya “Niemand…” (hiç kimse) (Art. 3/3) gibi kavramlar tercih edilmiştir. Herkes için tanınan hakların başlıcaları şunlardır: Kişi hürriyeti, kişiliği geliştirme hakkı, yaşam hakkı ve vücut bütünlüğünün korunması hakkı, fikir hürriyeti, eşitlik ilkesi, dilekçe hakkı, sanığın hakları. 

       “Alle Deutschen…” ifadesi ile başlayan Almanların hakları olarak ise toplantı ve gösteri hakkı, dernek ve sendika kurma hakkı, seyahat etme hürriyeti, çalışma hürriyeti gibi haklar sayılabilir. “Deutscher…” (=Alman) kavramı Alman Anayasası m. 116/1’de şöyle tanımlanmıştır: 

       “Bu Anayasadaki anlamda Alman, diğer yasal düzenlemeler saklı kalmak üzere, Alman vatandaşlığına sahip olanlar veya Alman soyundan olup 31 Aralık l937 tarihindeki Alman İmparatorluğu sınırları içinde kabul edilmiş olan mülteci veya sürgün edilenler ile bunların eşi veya füruu.” [Bkz. Alman Anayasası tercümesi: Rumpf, Christian/Uzar, Gökçe: Federal Alman Anayasası, 2012 (https://www.bpb.de/shop/buecher/grundgesetz/290919/grundgesetz-fuer-die-bundesrepublik-deutschland-tuerkische-textausgabe, erişim 21.05.2024)].

        Yukarıdaki açıklamalar dikkate alındığında Alman Anayasası’nda “Alman” veya “ Alman Vatandaşlığı” ifadeleri sebebiyle Almanya ırkçılıkla hiçbir zaman itham edilmemektedir. O halde benzeri bir biçimde yazılmış olan Türk Anayasası’ndaki “Türk” ve “Türk vatandaşlığı” ifadelerine yönelik eleştirilerin hukukî açıdan anlamlı olmadığını söylemek gerekir.