14 Ekim 2020 Çarşamba

Işıklarla Mesaj Vermek Yerine Konuşarak Çözüm Üretmek

"Işıklar yanıyor...." mesajıyla başlayan tartışma hakkındaki kanaatimiz:

Gece yarısına doğru devletin yargıda en tepesine kadar çıkmış bir hâkimin eski askeri darbe söylemini çağrıştıracak ahmakça bir paylaşımı oldu maalesef... son günlerde somut bir karar sebebiyle yargı camiasında bir tartışma sürmektedir. Ancak yargı organları arasındaki tartışmayı ışığın şehvetinde arayanlar gerçekten bundan utanmalı...

Bu konu hakkında geçmişte yaşadığımız bir hatırayla başlamak olması gerekene çok güzel emsal olur kanaatindeyim. Rekabet Kurumunda, (tahminen 2010 ya da 2011 senesi idi) AB’nin değişik kademelerinde de bulunmuş ünlü bir rekabet hukukçusu olan Alman Profesörün, Türkiye'de rekabet uzmanlarıyla yapılan bir toplantıda İngilizce yerine Almanca konuşmayı tercih etmesi üzerine hocaya -o an orada olmam sebebiyle- tercümanlık yapmıştım. Kısa bir sunum sonrası sonra soru-cevap kısmıyla güncel konuların tartışılmasına geçildi. İlk soru da şuydu: “Üst kurullar arası yetki çatışmasını siz (Almanya’da) nasıl çözüyorsunuz?”

Bu soruyu birebir tercüme etmeme rağmen -çatışma kavramına- Alman Profesör, bir anlam veremedi. Bunun üzerine Türkiye’deki üst kurullar arasındaki yetki çatışmasının kurumlar arasında nasıl bir kavga sebebi olduğunu ayrıntılı izah ettim. Alman hoca gülerek devlet içindeki kurumların böyle bir şekilde çatışması düşünülemez dedi bana. Cevap olarak “Biz ne mi yapıyoruz?” Sadece “Konuşuyoruz/konuşarak” dedi. {Not: Hoca, bunu Kurumlar arası iletişimi kast ederek sorunları konuşarak çözdüklerini ifade etti. Devlet içinde bu tür bir çatışma durumunu kabul edilemez bulmuştu).

Türkiye’de kurumlar arası iletişim kopmuşsa ve geçmişte olduğu gibi hâlâ bugün bile ışıklarla veriliyorsa çok yazık. Zira gizliden gizliye kamuya açık şekilde bir kavga görüntüsü verilmiştir. Gündemdeki somut karar da dahil olmak üzere Anayasa Mahkemesindeki hakimler, yargının diğer kademelerindeki hakimler ile akademisyenler bir araya gelerek tartışmalı konulara çözüm üretmek için artık konuşması bir zarurettir. Zira 2010'daki değişikliği ile bireysel başvuru sonrası Anayasa Mahkemesinin nasıl karar yazacağı ve diğer mahkemelerin buna ilişkin nasıl hareket etmesi gerektiğini emsal ülkeler de (özellikle Almanya) dikkate alınarak akademik bir ortamda bunlar konuşulmalı ve istişare edilmelidir.

Anayasa hukukçusu olmadığımdan somut olay özelinde (Berberoğlu ve daha önceki kararlar da dahil olmak üzere) değil bireysel başvuru sonrası genel durumu ve hatta yargının geçmişten gelen tartışmaları burada değinmek istiyorum. Şunu açıkça söyleyebilirim ki, Türk yargısının her kademesi, karar yazmanın sistematiği ve gerekçelendirme konusunda çok zayıf. Yargıtay'ın kararları ile Danıştay'ın kararları bile farklı sistematik tarzsa yazılıyor. Buna bir de bireysel başvuru sonrası Anayasa Mahkemesi kararlarını ekleyebilirsiniz. Türkiye'de kararlar yazılırken hadisenin (vakıa, tarafların iddia ve talepleri) , hukuki mesele ve hukuki nitelendirmenin sistematik bir yazım stili ve hukuki kalıplarla yapılamadığı gibi, karar gerekçelerinin yeterli olduğunu söylemek de mümkün değildir.

Oysa bireysel başvuru Türkiye ve özellikle Türk yargısı için çok önemli bir fırsattı. Bir konferansta bir Yargıtay üyesinin "Temyizin temyizi olmaz" anlayışına karşılık kendi alanımda bildiğim örneklerle bireysel başvurunun nasıl Anayasa Mahkemesince ele alınacağı ve hukuki çözüm getirileceği ve buna ilişkin sonuçları Alman kararlarıyla da anlattığım konu anlaşılmıştı. Demek ki, klasik ezber ve genel yaklaşımının Türkiye'de en önemli sorun olduğu anlaşılıyordu. O halde yapılması gereken bireysel başvurunun kaynak ülkesi olan ve uygulama açısından çok sayıda kararların olduğu Alman uygulamasının ve ortaya çıkardığı sorunlar ile buna ilişkin çözümlerin ciddi bir şekilde incelenmesi gereklidir. Bunu çok geniş katılımlı ve "mış" gibi yapılan toplantılarla değil, konuyla doğrudan ilgili (hakimler, akademisyenler gibi) daha dar grupla uzunca bir süre incelenerek raporlanması ile başlamak gerekir. Zira Alman sisteminde de bireysel başvurunun uygulanmasında bazı hususlarda farklı bakış açısı olduğunu okumuştum. Ama Almanlar gibi görüşerek ve konuşarak devlet çarkını döndürmek varken, ilgili kurumların ve yargının kamuya açık bir şekilde ışıklar üzerinden mesajlarla bunu tartışması çok yanlış ve çok üzücü olmuştur.

O halde derhal yapılması gereken ilk adım, Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru kararının sistematiği, gerekçesi ve diğer mahkemelerin bu durumda nasıl yapması gerektiği hususlarında ilgili tarafların katılacağı (hakim, akademisyenler gibi) ve birlikte tartışıp tüm tarafların tartışmasız uyacağı şekilde ortak bir sonuca bağlanması yönünde adımlar atılmalıdır.

Bu devlet hepimizin ve Türkiye'nin itibarının uluslararası alanda en üst düzeyde tutulması için herkes üzerine düşeni yapmalıdır. Aksi durum, maalesef Türkiye’ye ve Türklere uluslararası alanda çok zarar vermektedir. Ülkemizde hukuk devleti, insan haklarına saygı ve üst düzey bir demokrasi için herkesin oturup dersine çalışması ve gereğini de yerine getirmesi gerekir. Eskiden dumanlarla haberleşir gibi dijital ortamlarda ışıklarla mesaj verme zamanı değil. Başta da yargı camiası olmak üzere tüm devlet görevlilerinin görevini bihakkın yapmak ve yetki sınırlarına titizce uymak konusunda gayret göstermelidir. Artık bu olayı vesile bilip ışıklarla tartışmak/çatışmak yerine işin doğrusunu yeniden ve eksiksiz olarak örenip, geçmişin bir muhasebesini yaparak gelecekte bir daha bu sorunların olmaması için gereğini yapma zamanı gelmiştir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder