1 Şubat 2018 Perşembe

DOÇENTLİK: UYDURULAN UNVAN MI KALDIRILMALI?


Hamdi PINAR

Üniversitedeki akademik sınıflandırmaya ilişkin YÖK'ün bizzat kendi sayfasında duyurduğu açıklamaları ve Kanun teklifini okuyunca bazı hususlara burada dikkat çekmek ve doğru bilgileri burada aktarma ihtiyacı ortaya çıktı.

1) Doğru bilinen yanlışlar
YÖK'e göre "yardımcı doçentlik kadrosu (...) akademinin kendi tabii ihtiyacı ve doğası sonucu değil, o günkü sorunlara pratik çözüm üretmeye yönelik olmak üzere icat edilmiştir."  O halde şöyle bir soru akla geliyor: 
Akademik unvanlar ve bunların inceliklerinin ne olduğu Türkiye’de tam olarak biliniyor mu?

Eğer siyasi kurumlar ve bürokratik yapı bu konuda yeterli bilgilendirilmiş olsaydı öncelikle şu hususun tartışılması gerekliydi: Gerçekte kaldırılması gereken “Yardımcı Doçentlik” mi (Yrd.Doç) olmalıydı? Yoksa, olması gereken açısından bu unvanların mehazını oluşturan ülkelerde bile olamayan ve bizde sonradan uydurulmuş olan “Doçentlik” unvanı mı kaldırılmalıydı?

Şimdi bunları tartışmanın tam zamanı. Doğru noktadan tartışma başlamadığında baştan itibaren düğme yanlış iliklenecek ve Türkiye gelecekte yine kısır tartışmalarla vakit kaybedecektir.

2) Akademik unvanlar – Amerika ve Almanya Örneği

Türkiye’deki akademik unvanlar sistemi, esasen Alman kökenli ve Amerikan karışımlı bir sistemdir. Her iki sistemin ayrıntısını tartışmadan, olumlu ve olumsuz yönlerini ortaya koymadan yeni değişiklik taslağı ile daha karmaşık bir yola giriyoruz.

YÖK, günlük politika yerine bir çalışma yaparak Alman ve Amerikan sistemini ayrıntılı bir şekilde ortaya koyarak kendine göre bir tercihte elbette bulunabilir veya yeni bir sistemi inşa edebilirdi. Bunun için sistemin tüm paydaşlarıyla birlikte her iki sistemi ve dünyadaki diğer modelleri tartışarak, olumlu ve olumsuz yönlerini açıklığa kavuşturarak ilgili herkesin bilgilenmesini sağlamalıydı. Bunların hiçbirini yapmadan ve kuracağımız sistemin alt yapısını oluşturmadan yapılan değişiklik yeni yap bozlara yol açacağı muhakkaktır.

O halde üzerimize düşen görevi yaparak kısa bilgi verelim. "Profesör" latince kökenli bir kavram olup esasen öğretici kişi/öğretmen anlamındadır. Batıda esas itibariyle tek başına akademik bir unvan olmayıp üniversitedeki kadro sahibi olmakla doğrudan alakalıdır. Zira hiçbir kadro veya bürokratik görevi olmadan alınabilecek ve ömür boyu kullanılabilecek tek bir akademik unvan vardır: “Doktora” (Dr. veya PhD) ünvanıdır. Dolayısıyla “Dr." veya "PhD” dışındaki unvanlar üniversitedeki makamla, kadroyla ya da kürsüyle kaimdir. Esasen üniversiteden emekli olmadan ayrılanlar “Prof.” unvanını bırakarak sadece ve varsa “Dr.” unvanını kullanırlar.

Amerikan sisteminde “Dr.” sonrası “Assistant Professor", “Associate Professor” ve “Professor” ders veren öğreticiler olarak sıralanmaktadır. Her üçünün ortak paydası “Professor” yani öğretici olmasıdır. Bu unvanlar, aynı zamanda hoca ile üniversite arasındaki ilişkinin hangi düzeyde olduğunu da gösterir. Bu yüzden biz de esas itibariyle “Öğretim Üyesi” bunu karşılar.

Alman sisteminde üniversiteyi ilk %10’luk dilem içinde başarıyla bitirenler veya istisnai durumlarda ilgili alandan bir profesörün yeterli gördüğü kişiyi kendi inisiyatifiyle doktora yapabilmektedirler. Doktora sürecinin tamamlanması halinde “Dr.” akademik unvanını alırlar. Daha sonra istediği şekilde hayatına devam eder. Üniversitede kalarak akademik hayatı tercih edenler “Habilitation” sürecinde tezlerini ve akademik çalışmalarını tamamlarlar. Yaklaşık 5-10 yıl gibi bir sürenin sonunda “Habilitation”u başarıyla tamamlayanlar bir üniversite kadro bulduklarında doğrudan Profesör olurlar. Prof.’luk şartları taşıyan ama üniversitelerde henüz kadro alamamış öğreticiler, bir profesörün “sabbetical” denen bir ya da iki dönemlik akademik araştırma için ayrıldığında geçici görevlendirmeyle “Dozent” ya da tam adıyla “Privatdozent” olarak geçici ayrılan profesörün yerine derse girerler. Bu geçici ve kısa süreli bir durumdur. Üniversitedeki konumu ve iş ilişkisi bizdeki “Yrd.Doç.”larla bile aynı değildir. Almanya’da Profesörlük sürecinin uzunluğu ve doktorasını yapmış uzman insanın öğretim kadrosuna hızlı bir şekilde adapte edilmesi için 2002’den itibaren “Junior Profesor” (JuniorProf.) unvanı ihdas etti. O halde bizdeki “Yrd.Doç” unvanın tam karşılığı Amerika’da “Ass.Prof.”, Almanya’da ise “JuniorProf.” unvanları olmaktadır. 

Hem Amerikan hem Alman sisteminde ortak kavram Profesörlük’tür. Her iki sistemde “Doçenlik” diye uydurulmuş bir unvan bulunmamaktadır. Bu durumda düzeltilmesi ve kaldırılması gereken uydurulmuş bir unvan olan “Doçentlik” unvanıdır. Doğru düğmeden başlanılmadan sorun çözülemez. Dünyayı yeniden keşfetmek istemiyorsak ister Amerikan ister Alman sistemini tercih edilebiliriz. Bu benimsenmiyorsa tamamıyla yeni bir sistem ortaya koymak da hiç zor değil sadece biraz üzerinde çalışıp ortaya çıkarmak mümkündür.

3) Sonuç

Güncel tartışmalar konusunda bürokrasi ve özellikle YÖK, elbette siyasi iradeyi dikkate alarak bir çalışma ortaya koydu. Ama siyasi irade sorun ortaya koyar ve ufuk gösterir. İşin usulü dairesince araştırılıp, tüm paydaşlarla ve konu hakkında ayrıntılı raporlar hazırlayarak süreci olgunlaştırmak ve doğru bir şekilde bir sistemin ortaya konulması gerekir. Dolayısıyla aceleye getirilerek yapılacak düzenleme yeni tartışmaları da beraberinde getirecektir. Bu sürecin doğru bir şekilde yönetilmesi öncelikle devlet bürokrasisinin görevinde ve bunu gözden geçirip yasallaştırıldığı takdirde de artık siyasi iradenin sahipliğinde ve sorumluluğundadır. Eğitim sistemini düzenlerken gelecek perspektifini ortaya koyacak uzun vadeli bir vizyonu ortaya koymalıyız. Zira unvanlara sahip olmanın birinci amaç olmadığı, unvanların altında ezen ve ezilen olmamış, sadece Türkiye’nin gelecek nesillerini inşa ederek görevini ifa eden nitelikteki akademisyenlere ihtiyacımız vardır.